“Yaşam döngüsü analizlerine göre hamburgerin çevresel baskısı otomobile göre daha fazla”

Bir vegan aktivistin değil, 2016 senesinde Ege Üniversitesi, Çevre Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü olarak görev yapan Prof. Dr. Nuri Azbar’ın cümlesi, “Yaşam döngüsü analizlerinde hamburgerin çevresel baskısı otomobillere göre daha fazla çıkıyor.”

Aslına bakarsanız bunu bir vegan aktivistin söylemediği besbelli. Örneğin bu cümleyi ben kuracak olsam, “Yaşam döngüsü analizlerine göre vegan olmayan(!) bir hamburgerin çevresel baskısı otomobile göre daha fazla” derdim, yani derdik. Değil mi? Yine de siz bana değil hocamıza kulak verin, bilimin ışığında sizi bugün olmasa bile yarınlar için nelerin gerçekten kaygılandırabileceği ve nelerden feragat etmeniz gerektiği konusunda bilgilendirsin.

 

“2.3 DÜNYA VARMIŞ GİBİ TÜKETİYORUZ”

Şu anki trend, gerçekten yerküreye saygılı, sürdürülebilir kaynak kullanımına dayalı yaşamaya karar verilmezse -ki şu anda 2.3 dünya varmış gibi tüketiyoruz- korkunç bir geleceği işaret ediyor. Bugün birçok sanayi üretiminin ve hizmetinin çevresel baskılarının hesaplanmasında “Yaşam Döngüsü Analizi” tekniği yaygın olarak kullanılıyor. Bu yaklaşımda, tüm ürün ve hizmetlerin yaşam döngüsü içerisinde çevreye olan baskılarını hesaplandıktan sonra, bunu çevre dostu diğer bir alternatifle karşılaştırabiliyorsunuz.

HAMBURGERİN ÇEVRESEL BASKISI OTOMOBİLE GÖRE DAHA FAZLA

Yaşam döngüsü analizlerinde hamburgerin çevresel baskısının otomobillere göre daha fazla çıktığına vurgu yapan Prof. Dr. Azbar, “Yani hiç ummadığınız, insanların gündelik bir alışkanlığı “fast food” kültürünün çevresel baskısı daha fazla. Milyonlarca insana hamburger için “et” sağlayabilmek adına hayvancılık sektörünüzü geliştirmeniz gerekiyor. Bununla birlikte yem sektörünü, gübre sanayini, kimya sektörünü… Bununla birlikte organik gübreden uzaklaşıp petrokimyaya dönüyorsunuz ve bunlar silsile halinde topyekûn iklim değişikliği olarak karşınıza çıkmaya başlıyor” diyor, “Dolayısıyla sorunun kaynağında aslında yine biz ve sorumsuz, sürdürülebilir olmayan yaşam alışkanlıklarımız var.”

“HER DAMLA SUYUN KIYMETİ VAR”

Prof. Dr. Azbar o güne kadar gündemimizde yer almayan; güç sahiplerinin ağzından pek de duymadığımız su kaçakları sorunundan bahsediyor,

“Türkiye’de çok yüksek oranlarda su kaçakları var. Bunun haricinde kente bağlanan şebeke hatları var. Bu hatlar tüm mahalle ve kasabalara kadar giden hatlar. Genellikle eski, kaçak oranı yüksek boru hatlarından oluşuyor. Yeni yapılarda ise basınca bağlı olarak gerek hat gerekse bağlantılar boyunca ciddi anlamda su kaçakları var. Bu sadece bize özgü bir konu da değil. Avrupa’da bu tür sıkıntılar var ama su kaçağı oranı bizde yüzde 50 iken bu oran onlarda yüzde 15-20 civarında. Bu sorunun çözülebilmesi için de kaçak gözlemlerinin bilgisayarlı ortamlarda sürekli yapılması, daha sağlam malzemelerin kullanılması ve konuya ciddi bütçelerin ayırılması gerekiyor. Hem bağlantı noktalarının sık kontrolü hem de eskiyen boru hatlarının değiştirilmesi için belediyelerin bütçe ayırması gerekiyor. Kuraklık var ve bu yüzden her damla suyun kıymeti var” diyor.

KURAKLIĞA ÇÖZÜMÜ BİRLİKTE BULABİLİRİZ

Son olarak su konusunun lüks olmaktan çıktığını vurgulayan Prof. Dr. Nuri Azbar, “Dünya bazında baktığımızda da bizim için son derece erişilebilir, güncel olan suya birçok insanın erişebilirliği yok. Bu, büyük bir utanç tablosudur. Başkalarının da yaşadığı şartları düşünerek, vicdanımızla yaşamamız lazım. Sabah-akşam duş alıyoruz, arabamızı yıkıyoruz, hoyratça bahçemizi suluyoruz ta ki nereye kadar? Biz susuz kalıncaya kadar… İlkokulda öğretilen dişimizi fırçalarken suyu açık bırakmamalıyız kuralı bile kulağa komik gelir ama son derece doğru bir yaklaşım. Damlaya damlaya göl olur misali, herkes üzerine düşen görevi yaparsa, sorumlu bireyler yetişirse, su bilinçli kullanılırsa kuraklığa çözüm hep birlikte bulunulabilir” diyor ve topu bize atıyor.

*Metin, Prof. Dr. Azbar’ın Ege Üniversitesi Çevre Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi müdürü olduğu 2016 senesinde kendisiyle gerçekleştirilen “Kuraklıkla İlgili Önlem Alınmazsa Türkiye Çölleşecek” başlıklı söyleşiden derlenerek yazılmıştır.