Kitap İncelemesi: “Vegan Olmak İçin Bahaneler”
Sherry F. Colb’un Vegan Olmak İçin Bahaneler adlı kitabı Kasım 2020’de, Yeni İnsan Yayınevi tarafından Nilgün Engin’in çevirmenliğinde dilimize kazandırılmış. Colb, Cornell Hukuk Fakültesi’nde profesör ve hayvan hakları, kanıt ve ceza muhakeme usulü üzerine dersler vermekte. Kitapta Veganlık açısından birçok bilgilendirici unsura rastlayabiliyoruz ve Veganlığın en temel argümanlarını, lehindeki ve aleyhindeki görüşleri görebiliyoruz. Özellikle anlaşılır üslup okuyucu için okunmayı kolaylaştırıyor ve hem cümleler arası ilerleyiş hem de başlıklar arası geçişler zevkli ve merak uyandırıcı bölümlerden oluşuyor. Ayrıca Veganlık hakkında sıkça karşılaştığımız konulardan bahsedilirken anlatıma eklenen özgün örneklendirmeler çok yerinde. Bu inceleme yazısı bir anlamda kitabın giriş mahiyetindeki tanıtımını amaçladığından işlenilen meselelerin detaylarına inilmeyecek.
Kitapta geçen bilgilerin hangi amaçlara hizmet etmiş olabileceği, genel anlamda okuyucuya ne gibi açılardan verim katabileceği ve kitaba yönelik çok genel bir inceleme bu yazının konusunu oluşturacak. İncelemeye geçmeden önce şimdiden rahatlıkla belirtmeliyim ki dilimize kazandırılmış ve yeteri kadar işlenmeyen Veganlık üzerine olan bu kitabın doğrudan doğruya okunması tüm okuyucuları muhakkak memnun edecektir.
Vegan Olmak İçin Bahaneler Veganlığın basit bir tanımlamasıyla başlayarak adım adım hem sohbetlerde hem de akademik düzeyde tartışılan en genel argümanların sorularını cevaplandırarak ilerliyor. Vegan olmaya yatkın fakat henüz vegan olmayan birçok kişinin şüpheyle yaklaşabilecekleri şey, güçlü bir alışkanlık üzerine kurulu hayatlarını bir anda değiştirmenin problemli olabileceği düşüncesidir. Bu şüphe aslen makul bir şüphedir. Zira vegan olmayan kişi için birçok bakımdan düzen içerisinde gidilen yaşantıda radikal bir şekilde değişime gitmek zorlu olabilir. İşte tam bu noktada Vegan Olmak İçin Bahaneler, temel düzeyde bir başucu kitap özelliği taşıyor.
Şüphelerin giderilmesi ve çeşitli argümanlarla bunun desteklenmesi yalnızca Veganlık özelinde de değil, diğer birçok meselede kişiyi bir anda o konu için değiştirebilme özelliği taşır. Veganlığı Sağlık, Çevre ve Hayvanlar üzerinden tanımlamanın ardından geçiş yapılan mesele, temelde veganların niçin bitkileri tükettiği veya Veganlık çerçevesinde bitkilerle alakalı soru işaretlerinin giderildiği meseledir. Burada sıkça karşılaşılan bitkiler konusu çeşitli açılardan ele alınıyor. Özellikle bitkiler ile hayvanların ontolojik statülerindeki ayrım belirtilerek güçlü argümanlardan bahsediliyor. Hayvanların bitkilere kıyasla açıkça belirgin olan acıyı hissetme duyarlılıkları, kendi hayatlarının öznesi olmaları ve daha geniş açılardan bu mesele üzerine bir cevaplandırma yapılıyor. Veganlık aleyhinde olabilecek argümanlardan da bahsedilerek bu argümanların niçin kuvvetli olamadıklarının belirtilmesi okuyucu için çok mühim. Zira kişinin baskı altında hissetmeden tartışılan meseleyi radikal bir şekilde savunması değil de refleksif bir şekilde düşünmesi ve bunu karşı tarafa da yansıtması, hem bu konu özelinde hem de genel anlamda yapıcı bir ortamın oluşabilmesi için çoğu kez en iyi yoldur. Kitabın tam olarak bu ortamı sunması ve birçok farklı bakış açısına yer vererek empati dilini kullanması ayırt edici bir özellik olarak karşımıza çıkıyor.
Kitabın ilerleyen bölümlerinde genel anlamda yeme üzerine kurulu haz meselesinden konu açılıyor ve meselenin etkisine bakıldığında gerçekten önemli bir soru cevaplanıyor. Zira kişinin etik kaygılardan daha öncelikli olarak hazlarını ön planda tutmayı istemesi makul bir istektir. Hayvansalların baharat, şeker gibi araçlarla haz verir hale gelebildikleri ve bu sebeple onları tüketmenin haz vermek gibi bir olumlu yönü olduğu tezine karşılık aynı hazzın daha sağlıklı ve etik anlamda iyisinin yapılabileceği cevabı veriliyor. Neredeyse hayvansallarla yapılabilen her şeyin aynı zamanda hayvansal içermeyen alternatif yollarla da yapılabilmesi ve bunun etik kaygılarla da birlikte daha tercih edilmesi gereken bir yol olarak öne sürülmesi kuvvetli bir karşılıktır. Yazarın bu meseleyi makul bir istek üzerine kurgulayıp daha kuvvetli bir şekilde öne çıkarması hakikaten çok mühim.
Veganlık temelindeki sağlık konusunda da sıkça karşılaşılan sorulara makul cevapların verildiğini görüyoruz. Veganların yeterli proteini, kalsiyumu vb. alabildikleri çeşitli açılardan ve bilimsel çalışmalardan hareketle ele alınıyor. Hamile kadınların Veganlık süreçlerindeki durumlarının bilinçli bir ilerlemeyle sağlık açısından gayet iyi olduğu bahsedilen bir diğer mesele. Veganların B12 ve D vitamini alımları ve özellikle birtakım hastalıkların (Kanser, Kalp Hastalıkları, Şeker Hastalığı vb.) önlenmesinde vegan beslenmenin yararı konu ediliyor. Sağlık konusu vegan olmayan kişiler için hassas bir konu olabileceğinden yazarın aynı zamanda bu konu özelinde kendi hayat hikayesinden de bahsettiğini, vegan olmadan önceki ve sonraki algıları hakkında kesitler sunduğunu görüyoruz. Edinilen bilgiler ışığında bilinçli bir şekilde hareket ettiğimiz sürece vegan beslenmenin çok daha yararlı olduğunu söyleyebiliriz.
Bir sonraki bölümde vejetaryen olmanın özellikle etik kaygılar göz önüne alındığında nasıl bir düzleme oturduğu ayrıntılarıyla belirtiliyor. Hayvan eti yememenin ahlaki olarak yapılması gereken bir pozisyon olması ve hayvansal diğer ürünleri tüketmenin de ahlaki bir problem teşkil ettiği meselenin nihai sonucuna vurgu yapılarak ortaya konuyor. Süt ürünlerinin ortaya çıkış sürecindeki acı dolu gerçekler, genellikle işe yaramayan araç gözüyle bakılan erkek yavrular, tüm hayvanların makineleşmiş kölelik kavramına eşdeğer durumları en nihayetinde Vejetaryenlik zeminini etik bir temelden uzaklaştıran ve makul bir anlayış olmaktan çıkaran gerçeklerdir.
Birçok veganın öyle ya da böyle vegan olmayan tanıdıkları bulunur ve bu kişiler aynı yemek masasında olabilirler. Sonraki sayfalarda bu türden bir olayda yaşanabilecek dikkat çekici bir tutumdan bahsedilerek masadaki veganın, hayvansal ürünler tüketen tanıdığına yönelik “İstediğini alabilirsin!” minvalindeki bakışının bu tüketimi onaylamak olduğundan söz ediliyor. Etik kaygıların Veganlık için ciddi bir yer teşkil ettiğini düşündüğümüzde olumlayıcı herhangi bir tavrın işe yarar olmadığını söyleyebiliriz. Burada bahsedilen olumlayıcı olmama tutumu baskı kurmak veya kendi fikrini zoraki dayatmak olarak karşımıza çıkmıyor. Vurgulanan mesele, olumlayıcı olmanın etik kaygıları ciddiyetsiz bir kıvama sokabileceği endişesidir. Böyle bir endişenin ise gayet makul olduğunu söylemek yerindedir.
Kitap ayrıca Veganlığın birtakım dini oluşumlardan, eşcinsel hareketinden ne gibi şeyler öğrenebileceği veya ne açılardan benzedikleri/benzemedikleri üzerine refleksif bir yol haritası çizmekte. Zira birçok bakımdan aynı düşünmeseler bile birtakım kültürel kabullere karşı çıkmaları bakımından nispeten azınlık hareketleriyle Veganlığın birçok ortak noktası bulunur. Metinde bu görüşlerle olan alakalar çok iyi işlenmiş ve ufuk açıcı bilgiler aktarılmış.
Tüketicilerin büyük bir pazar haline dönüşmüş hayvan sektörünü hayvansalları satın alarak daha da büyüttükleri bir gerçek. Kitap, özellikle hayvansalların satın alınmasının sömürüyü ve katliamı dolaylı olarak desteklemek olduğunu tekrarlıyor ve birtakım argümanlarla bu meseleyi daha geniş bir açıdan ele alıyor. Corb’un özellikle hayvansalları satın alarak hayvan sektörünün büyümesine ve devamlılığına dolaylı yoldan destek vermekle alakalı başka örnekler vermesi önemli bir temellendirme.
Yazar Corb Veganlığı yalnızca belli bir çerçeveden değil başka birtakım alanlardan da ele alarak okuyucuya kapsamlı bakış açıları sunuyor. Nitekim kitapta kürtaj meselesine değinildiğini görüyoruz. Kürtajın hayvan tüketimiyle olan benzerlik ve farklılıkları farklı bakış açıları üzerinden ele alınıyor. Ayrıca kürtaj meselesinin etik anlamdaki detaylarının da bazıları veriliyor. Yazarın Veganlık ile Pratik Etik konularını bir araya getirmesi ve bu bağlamda karşılaştırmalı bir anlatım sunması argümanlarını kuvvetlendiren bir yön olarak karşımıza çıkmakta.
Veganların bir diğer sıkça karşılaştıkları argüman diğer hayvanların birbirlerini yemeleri meselesidir. Metinde çeşitli argümanlar sıralanarak en temelde hayvanların ahlaki özne olmamalarına ve evrimsel ilerleyişlerinin bu türden bir yaşamı gerektirdiğine vurgu yapılıyor. İnsanlar yaptıklarından sorumludurlar ve modern hayatta duyarlı varlıklara yönelik davranışları da bu sorumluluk dahilindedir. Kitap tam buradan hareketle hayvanlar ile insanlar arasındaki konuma değiniyor ve hayvanların doğalarını insanlardan bu bakımdan ayırıyor.
Hayvan ve insanlar arasındaki statü durumunun konu edildiği bir diğer mesele de dini açıdan insanların hayvanlardan daha değerli olup olmadıkları tartışmasıdır. Yazar bu konu özelinde Musevi bir ailede büyümenin deneyimlerini aktararak iyi bir sentez ortaya çıkarıyor. Veganlığın özellikle kutsal kitaplarla olan ilişkisi birçok bakımdan ayrımlar varmış gibi yorumlanır. Ancak dinlerin günümüzdeki pek çok ritüellerinde geçmiş yıllara kıyasla zamana ayak uydurduğunu ve zamanın gerektirdikleri bağlamında hareket ettiğini görüyoruz. Bu açıdan kutsal kitaplardaki Veganlık karşıtı olduğu varsayılan unsurların aksine dinlerin Veganlıkla örtüşebilecekleri söylenebilir. Ayrıca dinlerin hayvanlar özelinde merhamet, vicdan gibi duyguları özümseyen bir yapısı olduğunu biliyoruz. Kitapta özellikle dini meselelerin hayvan haklarıyla paralel oldukları birçok kısımdan bahsediliyor ve ortak paydalarının sıklığına vurgu yapılıyor. Son tahlilde gerçekten de bir Müslümanın veya bir Musevinin Veganlık kaygılarını mensubu oldukları dinleriyle aynı temelde buluşturabildiklerini görüyoruz.
Birtakım küçük toplulukların veya metinde verilen örnek ile Amerikan yerlilerinin hayvansalları tüketirken onlara yönelik minnettarlık ve bağışlanmayı dileme gibi gelenekleri vardır. Bu noktada yazar sağduyulu bir fikir ortaya atıyor ve hayvanlara karşı uygulanan bu tutumun aynı zamanda hayvanların kendi yaşamlarının özneleri olduklarının kabulü olduğunu belirtiyor. Hayvan sektörünün içerisinde olmayan ve hayvanlarla iç içe bir yaşam süren küçük toplulukların hayvanlara karşı olan bu tutumları Veganlık hakkında bir fikir vermesi açısından önemlidir.
Özellikle son yıllarda Veganlığa paralel bir anlayış olduğu iddiasıyla birçok insancıl, organik gibi kavramları ön plana çıkaran çiftlikler görüyoruz. Bu çiftlikler barındırdıkları hayvanlara daha iyi yaşam koşulları sunmaları sebebiyle kendilerinin daha tercih edilir olmasını hedeflerler. Tıpkı Amerikan yerlilerinin hayvansalları tüketme süreçlerinde onlara karşı af dileyici merasimlerinde olduğu gibi, bu çiftliklerde de hayvanların iyi bir yaşama değer oldukları görüşü Veganlığı anlamak açısından kıymetlidir. Ancak bu görüşün yol açtığı ciddi problemler vardır. Tüketicilerin bu türden çiftlikleri tercih etmesi hayvan sömürüsünü azaltmak düşüncesini barındırsa da hayvanlara olan haksız müdahale ve sömürüde değişen bir şey yoktur. Hayvanlar bu çiftliklerde de hala öldürülür ve çeşitli biçimlerde sömürülürler. Colb’un bu meseleyi özellikle örneklendirmelerle detaylandırması önemli bir hal alıyor. Zira merhamet odaklı çiftliklerin veya hayvanları daha iyi bir yaşam üzerinden kullanma fikrinin açtığı problemler sömürü düzenini normal ve iyi bir şeymiş gibi algılama hatasına sebep olabilir. Bu da çoğunlukla sorunları derinleştirmekten başka bir işe yaramaz.
Colb’un hiçbir veganın mükemmel derecede vegan olamayacağına dair kabulü çok önemlidir. Zira bu türden bir söylemin inandırıcılığı konusunda ciddi şüpheler oluşabilir. Bu noktada kitap mükemmel bir vegan hayatının niçin olamayacağına dair üç çeşit kusur karşımıza çıkarıyor: Bunlar sırasıyla lastik, yapıştırıcı gibi birçok malzemenin içeriğinde yer alan mezbaha yan ürünleri, ekin esnasında bilerek olmasa bile öldürülen küçük hayvanlar ve sebze-meyve üretiminde sömürülen arılar. Bu üç çeşit kusur birtakım problemlere işaret eder; ancak bu problemlerin Veganlığı çürütebilecek bir yapıda olmadıkları bilinmelidir. Zira birinci kusur olan mezbaha yan ürünleri başlı başına Veganlığın karşı çıktığı ve niçin karşı çıktığına dair birçok argüman sunduğu acı bir meseledir. Ekin esnasında daha iyi ekipmanlarımızın olması ve tarlalardaki hayvanların ölmemeleri için alınabilecek diğer önlemlerle bilerek olmasa da hayvanların ölmeleri önlenebilir. Arıların sömürülmesi ve insan için kullanılması ise özellikle bal tüketiminin niçin veganlar tarafından reddedildiğinin farklı bir gerekçesidir.
Sonuç olarak Vegan Olmak İçin Bahaneler daha birçok başlığı ve açtığı konularla kayda değer bir çalışma olarak karşımıza çıkıyor. Çeviri kalitesinin de buradaki anlaşılırlığa katkı sunduğunu bildirmekte fayda var. Bu noktada kitabı çeviren Nilgün Engin’in kitap hakkında Dr. Suat Erus’un YouTube kanalında gerçekleştirmiş olduğu sohbeti ek bölümüne bırakıyorum. Bu sohbette de anlaşılacağı üzere Vegan Olmak İçin Bahaneler kitabının amaçladığı fikirler dikkat çekici unsurlar taşıyor. Colb’un veganlara yönelik Veganlığı savunabilmelerini önermesi ve bunun hakkında birçok noktaya temas etmesi ayırt edici bir diğer husus. Zira kitabın kendisine ait sonuç bölümünde veganların savunucu olmalarının değerli bir fırsat olması üzerine bir kısım bulunuyor. Vegan olmayanların sorularının ve endişelerinin karşılık bulması ve özellikle Veganlığın güçlü argümanlarını hesaba kattığımızda bu tutum bir sorumluluk olarak da karşımıza çıkmakta. Colb ayrıca savunucu olmanın oluşturabileceği korkuların bertaraf edilmesini de savunuyor. Zira hayvan sektöründeki inanılması güç acıları düşündüğümüzde bu düşüncenin makul olduğunu söylemek hiç zor değil.