Etin menüde olup masada olmadığı bir iklim zirvesi: COP27

Okuyacaklarınız, 6-18 Kasım tarihleri arasında Sharm-el Sheikh’de düzenlenen Birleşmiş Milletler 27. İklim Zirvesi’ne katılan bir veganın yedikleriyle ilgili anılarıdır; daha çok yemedikleriyle de ilgili diyebiliriz!

Hayvan eti ve çıktılarının kültürün büyük bir parçası olduğunu bildiğim Mısır’a gitmeden önce otel yönetimiyle konuşup sabah kahvaltısında neler istediğimi anlatmıştım. Tabii ki haddimi aşarak vegan sucuk/salam, tofudan menemen gibi taleplerim olmamıştı. Sebze ızgara, meyve, falafel, fasulye gibi yiyecekler istemiştim. Beni kırmadılar. Her sabah haşlanmış, yağsız barbunya, buharda pişmiş yağsız patlıcan, biber, kabak ayrıca domates, marul ve salatalığa erişimim oldu. Kimi günler mandalina ve elmaya da… Patates şaşırtıcı biçimde ulaşılmazdı çünkü sütlü bir püre şeklinde sunuluyordu.

Çok lüks olmayan otelimizin bizi mutlu edecek bir vegan yiyecek çeşitliliği sunamamasını makul karşılayıp iklim zirvesinin yapılacağı alana umut dolu gittim. Ne de olsa bir önceki iklim zirvesinde 100’den fazla ülke bir metan anlaşmasına imzalarını ekleyerek, salımlarını önümüzdeki on yıl içinde yüzde 45 oranında azaltmayı taahhüt etmişlerdi. 

 

Metan gazı salımının yüzde 32’sinin hayvancılık kaynaklı olduğunu bilen bu ülke temsilcilerine iklim zirvesinde bitkisel yiyecek sunumu yapılmasını beklemek hiç de naif bir yaklaşım değildi. Oysa ne yazık ki konferans alanındaki durum beklentilerimi karşılamaktan çok uzaktı.

Dış mekan kafelerinin sunuma koydukları her çeşit pasta, kek, sandviç, kiş vb. arasında yiyebileceğim tek ürün, içinde kabak, lahana, biber olan bir dürümdü. Kahve içmek istediğimde ise herhangi bir bitkisel süte erişimim yoktu.

‘Bu kafelerin işletmesi farklı olabilir’ diyerek içerideki restaurantı ziyaret ettiğimde ise koyun etinin yoğun kokusundan içeride duramadım, bu nedenle ne fotoğraf ne de anı sunabiliyorum. Sadece içeri girmeyi göze alan arkadaşlarımın anılarından alıntı yapabilirim. Her türlü hayvan etinin önde olduğu menünün garnitürleri arasında sebze mevcutmuş. Bunların da tereyağı ile yapıldığına dair bir duyum varmış. Dolayısıyla 20 Dolar talep edilen bu açık büfeden bir veganın birkaç meyve ve bir salata ile çıkması kaçınılmaz görünüyordu. Makarna ve pilav da mutlaka tereyağıyla yapılmaktaydı; yabancı konuklara ikram mahiyetinde….

İçerideki ülke pavilyonlarından sadece Avustralya pavilyonunda bitkisel süt mevcuttu; kimi zaman kibarca yaklaşıp kahvelerimize süt eklenmesini rica ediyorduk. Neyse ki Proveg International’ın bu sene ilk kez açtığı Food4 Climate pavilyonu vardı da burası benim gibi pek çok veganın kurtarıcısı oldu. Oatley’in ücretsiz kullanıma sunduğu sütlerle filtre kahvelerimiz şenlendi.

Girişin hemen solundaki dış alan, öğlen saat on ikiden sonra mangalda pişen bedenlerin kokusuyla doluyordu. Haklarını teslim etmek gerekir, menülerine vegan seçenek de eklemişlerdi. Ancak bu kokuya katlanarak en az 20 dakika beklemek ve hayvanların pişirildiği ızgaralarda kızartılmış vegan burgerleri yemek içimden gelmedi.

2

 

Öğle saatlerinde dış alanlardaki kafelerde yemek servisi de oluyordu. Bu menüde de “et” ürünleri başı çekmekteydi. Pilav ve fasulye tereyağı ile yapıldığı için ne veganlara ne de iklim krizinin çözümüne bir katkıları vardı. Süt endüstrisinin aslında et endüstrisi anlamına geldiği günümüzde bu ürünlerin sofraya geldiği noktaya kadar toprak ve su kullanımları, sera gazı emisyonları dikkate alınırsa yaşadığımız büyük bir çelişkiydi ve her gün buna tekrar tekrar şaşırmaktan kendimizi alamadık.

Konferans dışındaki vegan bir grup hemen her gün vegan yiyecekler dağıttı. Hepsi de birbirinden lezizdi. Bu bize aslında vegan mutfağın sadece yaka kartı alamadığı için içerde olamadığı izlenimini verdi. Yani tatlı ekşi soslu tavuk benzeri, acı soslu biftek benzeri, salam benzeri çok değişik ürünler kapıya kadar gelebiliyor ama içeri giremiyordu! İçeride ise yeni geliştirilen bir aşıyla metan etkisinin yüzde 10 azaltılabileceğinin müjdesini veren hayvancılık endüstrisinin belli başlı lobileri pek çok toplantıyı domine ediyorlardı.

Plant Based Treaty ekibi olarak biz de iki gün boyunca 800 vegan burger dağıtarak iklim krizinin tabağımızda yer alanlarla ilişkisine dikkat çektik. Özellikle BM bünyesinde görevlendirilmiş yerel halktan pek çok kişi mercimekle yapılmış olan vegan burgeri ilk kez deniyordu. Veganist Sharm adlı işletmenin hazırlayıp ilettiği bu ürün büyük beğeni topladı. Protein değeri hakkında gelen sorular da cevaplanınca geriye pek bir itiraz kalmadı.

 

İklim zirvesi hakkındaki olası sorularınızı da şöyle cevaplayayım:

  • Uluslararası bir konferansa gitmişsin, binlerce insan var. Herkesin vegan olmasını bekleyemeyiz değil mi?

Cevap: Bekliyorum, evet. Bu konferans artan bir hızla hayatlarımızı etkileyen; durdurulmazsa tüm türlerin sonunu getirebilecek bir krize çözüm arayan bilim insanlarının, karar alıcıların, gözlemcilerin, şirketlerin, STK’ların, Birleşmiş Milletlere üye devletlerin katıldığı; çözümün ne şekilde, nasıl, hangi sürede, kimler tarafından hayata geçirildiğinin konuşulduğu en önemli alan. Bu alana davetli herkesin konuyla ilgili bilim insanlarının yorumlarını, tespitlerini okumamış olması imkansıza yakın. Hal böyleyken iklim krizini “et” yedikleri masada çözmeye çalışmaları eşyanın tabiatına aykırı.

  • Bitkisel beslenmek kişisel bir tercih ve bu şekilde beslenen insanlar için bazı seçenekler sunulmuş. Hayvansal seçenek olmasın demek onların tercihlerine saygısızlık anlamına gelmiyor mu?

Cevap: Burada insanın insana saygısızlığı konuşuluyorsa, bitkisel beslenmeye geçmeyi reddeden herkes gelecek nesillere saygısızlık ediyor demektir. Ben onların adına ısrarımı tekrarlıyorum.

İnsanın hayvana saygısızlığına gelecek olursak; eylemi saygısızlıkla tanımlamak çok hafif kalır. Söz konusu ölen hayvan için tek ve biricik olan yaşam hakkını elinden almaktır. Hayvanın bedeni ya da çıktısına sunulan talep bu hak ihlalinin tetikleyicisi olduğunda suç müşterektir. Türcü görüşün hakim olduğu dünyamızda insanların diğer duyarlı canlıların sahibi olduğu inancı hakimdir. Ahlaki sorumluluk sınırlarımıza insan dışı hayvanların bazılarının (kedi, köpek gibi) yaşam hakkını dahil etmemiz ancak bazılarını dışarıda bırakmamız tek kelimeyle tutarsızlıktır. Muhabbet kuşu da tavuk da aynı şekilde acı çekerler. Birini sevmemiz, diğerinin yemek için öldürülmesine onay vermemiz kendi içimizdeki çelişkidir.

  • Geri kalmış ülkelerin tek geçim kaynağı kimi zaman hayvancılık… Bunun hemen sona ermesini mi istiyorsun? O zaman nasıl beslenecekler?

Cevap: İklime tüketim alışkanlıklarıyla en büyük zararı veren varsıl halklar ilk muhatabım, çağrım ilk olarak onlara… Dünyanın bir gecede vegan olmayacağını biliyorum ancak bitkisel yiyeceklere erişimi olan ve sağlıklı biçimde yaşamlarını sürdürmeye devam edebilecek insanların sadece alışkanlık, gelenek ya da kültür gerekçeleriyle hayvansal ürünlere olan taleplerini sürdürmelerini gezegenin geleceğine ihanet olarak görüyorum. Her bölgenin kendine has bitkisel çözümleri olduğunu yaptığımız görüşmeler sırasında tespit ettim; halkın bu seçenekler hakkında bilgilendirilmesi, değişim yönünde büyük bir adım olacaktır. Diğer yandan her yıl besleyip öldürdüğümüz 80 milyar kara hayvanını öldürmemeye başlayacağımız tarihten itibaren stoklarımız onlarca değişik şekilde tüketebileceğimiz soya ve mısırla dolacaktır. Dünyadaki açlık ve adaletsizliğin ilacı varsıl halkların bitkisel besin sistemlerine geçişinde saklıdır. 80 milyar hayvanın her yıl öldürülmesi 8 milyar insanı doyurmaya yetmemektedir. Yaklaşık 48 milyon insan açlık nedeniyle ölümle yüz yüzedir. Şu an hayvanların yemlerinin yetiştirildiği alanlar insanların bitkisel beslenmesine yönlendirilecek olsa bu araziler 10 milyar insanı beslemeye yeter.

  • Biz yemezsek bu hayvanlar dünyayı işgal etmezler mi?

Cevap: Hayır, etmezler. İnsanların suni yöntemlerle çoğaltıp yediği hayvanların sayısı bu yönteme son verildiğinde doğal olarak azalacaktır. Dünyadaki memelilerin sadece yüzde 4’ünü oluşturan doğal yaşam alanlarındaki türlerin sayısı artarak biyoçeşitlilik geri kazanılacaktır.

Dünya ülkelerinin sadece üçte biri, Birleşmiş Milletler Paris anlaşması kapsamında sundukları iklim planlarında, tarımdan kaynaklanan emisyonları azaltmaya yönelik politikalara yer verdi. Araştırmacılar, çalışmalarının; küresel gıda tüketiminin gelecekteki küresel ısınma üzerindeki etkisinin anlaşılmasını artırmayı amaçladığını söylüyorlar. Ivanovich ayrıca, emisyonları azaltmaya yönelik politikaların, savunmasız nüfusların gıda ve geçim kaynaklarına erişimini koruması gerektiğini de söylüyor.