Endüstriyel hayvancılığın ötesinde: Hayvan haklarına yeni bir yaklaşım

Filozof Peter Singer’ın “Hayvan Özgürleşmesi” kitabı, yaklaşık 50 yıl önce hayvan hakları hareketinin başlamasına yardımcı oldu. Peter Singer, Yale Environment 360 ile hayvanların acıyı nasıl hissettiklerini ve diğer türlerin aslında insanlardan düşündüğümüz kadar da farklı olmadığını artık nasıl daha iyi anladığımızdan bahsediyor.

Singer, bugün yaşayan en etkili ve aynı zamanda en çok tartışılan filozoflardan biri olarak biliniyor. Endüstriyel hayvancılıkta hayvanların acı yaşam koşullarını tüm gerçekliğiyle aktardığı öncü çalışması olan “Hayvan Özgürleşmesi: Hayvanlara Tavrımız için Yeni bir Etik” hayvan hakları hareketlerinin kıvılcımlanmasına yardımcı oldu. İlk basımı 1975’te yayınlanan kitap, geçtiğimiz haftalarda revize edilerek yeniden yayımlandı.

 

76 yaşındaki Singer, Yale Environment 360 ile yaptığı röportajda, bu önemli kitabının yayınlanmasından şimdiye dek geçen yıllarda, hayvanların da sevinç ve acıyı tecrübe edebildiğini kanıtlayarak bilimin; insan ve diğer canlılar arasındaki duvarları aşındırdığından bahsediyor. “Bilimin kanıtladıklarının farkındalığıyla etik olarak onlara bilinçli acı çektirmekten kaçınmaya mecburuz” diyor. Kendisi de bir vegan olan Singer, üretimi ete göre daha düşük karbon üreten bitkisel beslenmenin çevresel sebeplerine de vurgu yapıyor. Endüstriyel hayvancılığın dünya genelinde yaygınlaştığını belirten Singer, yaban hayvan türlerinin de giderek daha fazla tehdit altında olduğunu söylüyor.

Singer, hayvanlar için sağlanan koruma çalışmalarının ekosistemler, nehirler ve diğer doğal alanları da kapsayarak genişletilmesi gerektiğini savunuyor. “Yavaş da olsa doğayı korumaya yönelik etik farkındalık artıyor. Elbet dünyanın sonunda bu noktaya varacağını düşünüyorum” diyor, “…ama ne zaman bilemem. “Bunu görecek kadar uzun yaşayacağımı düşünmüyorum.”

Yeni Zelanda’da bir domuz çiftliği

İşte Yale Environment 360’ın Peter Singer ile yaptığı söyleşinin tamamı…

Yale Environment 360: Hayvan hakları alanındaki çalışmalarınızla tanınıyorsunuz. Çocukluğunuzda ya da yetişkinliğinizde hayvanlar hakkında merakınızı ve onların acılarını dindirme istekliliğinizi canlandıran bir şey mi oldu?

Peter Singer: Hayır, sanmıyorum. Hayvansever bir insan değildim, hala kendimi öyle görmüyorum. Evimde evcil hayvan bakmak istemiyorum. Yetileriyle ilgili daha çok bilgi sahibi olduktan sonra daha fazla değer veriyorum. Daha çok, hayvanların acıları ve acı çekme kapasiteleri ile empati kuruyorum, fakat hala birçok insanın evcil hayvanlarıyla kedi ve köpekleriyle kurdukları duygusal bağı kurmuyorum.

Hayvanlara acı çektirmekle ilgili endişem daha çok etiğe olan ilgimden kaynaklanıyordu. Bu ilgiyi de endüstriyel hayvancılık ve hayvanlara nasıl davranıldığı konusundaki etik çıkarımları takip ettiğimde geliştirdim. Beni bu alana getiren ve “Hayvan Özgürleşmesi”ni yazmaya iten gerçek sebep buydu.

Yale E360: Kitabınızın ilk kez yayımlanmasının üzerinden yaklaşık yarım yüzyıl geçti. Kitabınızı şimdi revize etmenin önemli olduğunu size düşündüren nedir?

Singer: 1975’ten beri kitabın basımı hiç durmadı, ki bu modern yayıncılıkta nadir rastlanan bir durumdur, bu durum hala talep olduğunu gösteriyor. Ama gerçekliğe dayanan bilgilerin son revize edilen 1990 öncesine ait olması hakkında biraz utanmaya başlamıştım. Laboratuvar ve endüstriyel hayvancılıktaki koşullar o zamandan beri çok değişti. Bu kitabın güncel kalmasını istedim. Bu sebeple oldukça detaylı bir revize gerekti.

“Hangi tür olduğu fark etmeksizin çok güçlü bir gerekçemiz olmadığı sürece başkalarını acıya maruz bırakmamalıyız”

Yale E360: Sizin görüşlerinizin de bir şekilde değişmiş olabileceğini tahmin ediyorum…

Singer: Doğru, görüşlerim bir noktaya kadar değişti elbette ve şu anki durum da farklı. Örneğin şu anda kitabın yazıldığı dönemde olmayan güçlü bir hayvan hareketi var ve bu hareket yabani hayvanların mağduriyeti de dahil olmak üzere çeşitli yollardan ilerliyor. Kitabın revizesinde bunun üzerine birkaç fikir belirtmek istedim. İlerleme kaydedildi, ilk baskıda çok kötü olarak nitelendirdiğim durumlar şimdi bir bakıma iyileşti.

Yale E360: Kitabı ilk yazdığınız dönemde hayvanların hakları olduğu fikri marjinal olarak görülüyordu. Şimdi en azından bu düşüncenin daha geniş bir kitlede kabul gördüğünü söyleyebiliriz. Bu değişikliği nasıl görüyorsunuz?

Singer: Umuyorum ki, bu benim ve diğerlerinin zamanında ileri sürdüğü görüşlerin bir sonucudur. Ayrıca Jane Goodall, Diane Fossey ve diğerlerinin bilimsel çalışmalarının da önceden var olan “Biz insanlar buradayız ve öbür tarafta da “hayvanlar” olarak adlandırdığımız, şempanzelerden istiridyelere uzanan geniş canlılar topluluğu var ve bir şekilde her biri farklı ahlaki kategorilerdeler” yaklaşımına dair boşluğu kapattığını düşünüyorum. Bence bu yaklaşım, yapılan birçok çalışma sonucunda -yalnızca büyük maymunlar değil, diğer birçok tür üzerinde yapılan çalışmalar sonucunda da- yıkıldı.

Yale E360: Sen bir vegansın ve veganlığını hayvanların zekasından çok acı çekme kapasitelerine dayandırıyorsun. Peki, acı çekme kapasitesi neden bir sebep?

Singer: Acı çekmenin kötü bir şey olduğunun hepimiz kendi içimizde farkındayız. Tıpkı birinin bize acı çektirmesini istemeyeceğimiz gibi, güçlü bir gerekçemiz olmadan bizim de diğerlerine acı çektirmememiz gerekiyor. Hangi tür olduğu fark etmeksizin… Varlık acı çekme yetisine sahip olduğu sürece, acı acıdır. Ve bunun zeka kapasitelerindense daha basit ve doğrudan bir argüman olduğunu düşünüyorum.

Fotoğraf: Pia B

Yeni bir çalışma, ahtapotların memelilere benzer bir biçimde acı hissettiğini kanıtlamıştır.

Yale E360: Peki bu düşüncen nereye kadar gidiyor? Balıklar acı çekebilir mi? Ya da bitkiler? Sana göre onların da hakları var mı?

Singer: Balıkların acı çekebildiğini gösteren bir dizi araştırma bulunuyor. Bitkilere dair böyle bir çalışma yok ve bitkiler bizim acı çekme ile ilişkilendirdiğimiz sinir sistemine sahip değiller gibi görünüyor. Bence burada balıklar, omurgalılar ve bazı omurgasızlar arasında acı çekme yetisine dair gri bir alan var. Yakın zamanda İngiltere, hayvan refahı mevzuatında ahtapot ve kalamar gibi kafadanbacaklıların ve ıstakoz, yengeç gibi kabukluların acı çekebildiği yönünde bir düzenleme yaptı. Bu yüzden omurgasızlarla ilgili de elimizde yeterince kanıt olduğunu düşünüyorum. Fakat istiridyeye bakacak olursak, istiridyelerin acı çekebiliyor olması pek olası görünmüyor. Bu sebeple, bence tüm hayvanların acı çekebildiği fikri doğru değil.

 

Yale E360: Hayvancılık koşullarının çok bilinmediği zamanlarda kitabınızda et üretimi konusuna da fazlaca yer verdiniz. Kitabı yazdığınızdan beri hayvancılık uygulamaları çok değişti mi?

Singer: Avrupa ve İngiltere, ayrıca Kaliforniya ve Amerika’daki birkaç eyalet daha, tavukların yetiştirilirken kanatlarını bile çırpamayacakları biçimlerde hapsedilmesine dair durumları yasakladı. Buzağıların hareket bile edemeyeceği ahırlara hapsedilmesi da kimi yerlerde yasaklandı. Avrupa ve kimi yerlerde damızlık dişi domuzların küçücük yerlere hapsedilmesi de yasaklandı. Fakat, Amerika’nın birçok yerinde durum çok da değişmedi, hatta bazı açılardan daha da kötüleşti.

Tavuklar hızlı büyümeleri için öyle bir yetiştiriliyor ki artık kendi vücut ağırlıklarını taşıyamaz hale geliyorlar. Son birkaç haftalarında ayakta dururken acı çekiyorlar ve oturamıyorlar da… Çünkü bir çeşit çöplük, ve içinde fazlaca amonyak bulunan talaşların üzerinde yetiştiriliyorlar. Bu da bacaklarında ve göğüslerinde yanıklara sebep oluyor. Yasal bir denetim mekanizması yok ve piyasanın talebi daha ucuz tavuk yetiştiriciliği yönünde. Genel olarak, endüstriyel hayvancılığın büyük bir kısmını oluşturan tavuk yetiştiriciliği daha da arttı ve aslında daha da kötüleşti.

“Hayvanların daha iyi bir yaşamları olduğu düşüncesiyle organik sığır eti yemek doğru değil. Bunların, gezegenimizi nasıl etkilediğini düşünmemiz gerek.”

Yale E360: Neden Amerika’nın bu tür yeniliklerde Avrupa’nın gerisinde kaldığını düşünüyorsunuz?

Singer: Amerika’da tarım endüstrisi çok güçlü ve Amerika siyasetinde para, Avrupa’ya göre daha büyük role sahip. Kaliforniya’da çiftlik hayvanlarının yaşam koşullarını iyileştirmek amacıyla birkaç referandum düzenlendi. Teklif, her iki referandumdan da yüzde 60 gibi bir çoğunlukla geçti, hatta Massachusetts’te bundan daha fazla bir çoğunluk vardı. Yani Amerikalılara soracak olursanız bu uygulamaları reddediyorlar. Fakat çiftlik hayvanlarının yaşam koşullarını iyileştirmeye dair bir federal yasa da bulunmuyor. Tarım ticaret lobisi, kuralları değiştirmeye dair her türlü çabayı yenmeyi başardı.

Yale E360: Aynı zamanda deneylerde kullanılan hayvanların istismarıyla ilgili de yazıyorsunuz. Bu durum siz kitabı yazdığınızdan beri oldukça değişti, değil mi?

Singer: Evet değişti fakat kitabı revize etmeye başladığımda inandığım kadar değil. Maalesef insanlara ufak bir faydası olacak ya da hiçbir faydası dokunmayacak durumlar için hala hayvanlara acı çektiriliyor. Elzem olmayan ürünler için toksiklik testi yoğun bir şekilde kullanılmaya devam ediyor. Fakat FDA (ABD Gıda ve İlaç Dairesi), hayvanlar üzerinde deney yapılmadan elde edilen sonuçları da kabul etmeye başladı. Yakın zamanda kongreden geçen bir mevzuat, hayvan araştırmalarının gerekli kılınmamasını belirtti.

Avrupa’da kozmetik ürünleri hayvanlar üzerinde test edemezsiniz. Hayvanlar üzerinde test edilmiş kozmetik ürünleri ithal dahi edemezsiniz. Fakat Amerika’da buna yakın hiçbir şey yok. Şempanzeler gibi büyük maymunlar üzerinde yapılan deneylerde ilerleme kat edilmişti ki bu da duraksadı.

Yale E360: Hayvancılık endüstrisinin yüksek enerji tüketmesi ve küresel ısınmada büyük bir etkisinin olmasıyla ilgili argümanlar sizin için ne kadar önemli?

Singer: İnsanlar bunun farkında olmalı. Bazı insanlar “Endüstriyel ürün tüketmiyorum, ama organik et yiyorum” diyor. Organik et üretiminde anlaşılabilir bir doğal hayat döngüsü olduğu ve hayvan sağlığı hakkında endişelerin fabrikalarda yetiştirilen tavuk, inek ve domuzlara göre daha düşük olduğu doğru fakat sera gazı üretimi hala oldukça yüksek. İklim krizi sebebiyle hayvanlar düzgün bir hayat yaşıyor diye organik et tüketmenin doğru olduğunu söyleyemem. Gezegen üzerindeki etkisini de düşünmemiz gerek.

Yale E360: Sebze yetiştirmenin de bir karbon maliyeti var. Et yemek ve vejetaryen beslenmenin arasında bu yönden ne kadar fark var?

 

Covid-19 aşısının maymunlar üzerinde test edildiği Tayland Ulusal Primat Araştırma Merkezi Fotoğraf: Mladen Antonov

Singer: Oldukça büyük bir fark var. Kitaba bunu gösteren grafik ve tablolar ekledim. Neredeyse tüm hayvansal ürünler en kötü bitkisel üründen bile daha kötü. Dana etiyse açık ara farkla en kötüsü. Devamındaysa kuzu gibi diğer geviş getiren hayvanlar var. Süt ürünleri bile oldukça kötü yine de süt ürünlerinden dana etine göre daha fazla kalori ve protein alınabiliyor. Sera gazı açısından en iyi ürün belki de yumurtadır fakat o bile neredeyse tüm temel bitkisel ürünlerden, tohumlar ve soya fasulyesi gibi, kötü.

Yale E360: Çoğunlukla çiftlik hayvanlarına yapılan zulüm hakkında yazdınız. Peki, yaban alanlarını yok etmek de buna denk veya daha büyük bir ihlal değil mi?

Singer: Biyoçeşitlilik ve soy tükenmesi hakkındaki tartışmalar farklı bir kategoriye giriyor çünkü bu tartışmalar tek tek hayvanlara değil türler üzerine odaklanıyor. Biyolojik çeşitliliği korumak ve soy tükenmesini önlemek için farklı argümanlara ihtiyaç var. Tabii ki, çevreciler tarafından ortaya konan böyle argümanlar var.

“Nehirler ve dağlar gibi bilinci olmayan şeylerden bahsediyorsanız bu farklı bir etik argümandır.”

Yale E360: Bazı çevreciler yasal hakların nehir, dağ ve ekosistemleri de içermesi gerektiğini savunuyor. Hakların bu doğal sistemlere uzatılmasının etik bir temeli var mı?

Singer: Bence etik olarak temel olan bu neslin milyonlarca yıldır var olan şeyleri sonraki nesillere aktarma sorumluluğudur. Bunları yok etmek bir tür vandallık… Tıpkı Taliban’ın Bamiya Budhaları’na yaptıklarının yanlış olması gibi yabani bir nehre baraj inşa etmek de yanlıştır. Nehirler ve dağlar gibi bilince sahip olmayan şeyler hakkında konuşmak farklı bir etik tartışma. Fakat bu yönde yasaları olan ülkeleri destekliyorum.

Yale E360: Global yoksulluk, iklim değişimi ve hayvanlara nasıl davrandığımızın günümüzde karşılaştığımız üç temel etik sorun olduğuyla ilgili yazdınız. Bu üçü zihninizde ilişkileniyor mu?

Singer: Evet, ilişkileniyorlar. Bu konuların her birinde ötekiler için endişe eksikliği var. Ötekileşme coğrafi olabilir. Örneğin “Afrika diye bir yerdeler ve onlar için endişelenmem gerekmiyor” gibi ya da ekonomik olabilir, “Fakir oldukları için onları umursamayabilirim” gibi… İklim değişikliğinde ötekileşme zamansal. İklim değişiminden en çok etkilenecek insanlar bu yüzyılın sonuna ya da bir sonraki yüzyılın sonuna kadar yaşıyor olacaklar. Bizimle diğer türler arasında biyolojik uzaklık var. Mesafeli olarak ilişkililer. Bu sebeple hayvanlar hakkında daha az endişeleniyoruz.

Yale E360: Hayvan haklarının tamamen tanınmasına yönelik hareket kaçınılmaz mı?

Singer: Dünyanın eninde sonunda o noktaya ulaşacağını düşünüyorum ama ne zaman olacağını söyleyemem. Bunu görecek kadar uzun yaşayacağımı düşünmüyorum.

Türkçeleştiren: Meryem Betül Erişen