
Ekran kararırken…
Ne yazık ki dünyada hayvanların yaşamlarına devam etmek için geri dönebilecekleri habitat pek kalmadı. Türlerin neslinin ve habitatlarının son hızla yok olduğu bir çağdayız. Açgözlülük ve şiddetin kan isteyen saldırılarıyla hayvanlara ait bölgeler her gün biraz daha küçülürken hayvanlar avlanıyor ve yok ediliyor. Çeşitleme ve bereketli bir biyoçeşitlilik sayesinde ilerleyen “evrim” duraksadı ve canlı türlerinin homojenleşmesine ve basitleşmesine doğru dönüş yaptı. Buna küresel ısınmayı ve ozon tabakasının incelmesini eklediğimizde dünyanın 4.6 milyar yıl önceki oluşumundan bu yana en büyük kriz dönemini yaşadığı açıkça görülüyor. Doğanın korunmasıyla ilgilenen biyologlar birkaç on yıl içinde mevcut hayvan türlerinin üçte birinin neslinin tükeneceğini tahmin ediyorlar.
Hayvanat bahçeleri varlıklarını devam ettirmek için bu krizi suiistimal ediyor. Hâlbuki seçim, hayvanat bahçeleri ve kitlesel yok oluş arasında değil; sığınaklar ve habitatların korunması arasında. Tenesse, Hohenwald’daki Fil Sığınağı; California, Acton’daki Shambala Doğal Yaşamı Koruma Alanı; Washigton, Lynwood’daki PAWS Sığınağı gibi yerler hayvanlar için en iyi koşulları sunuyor.
En iyi hayvanat bahçesi bile, habitatların ve ekosistemlerin büyük bir hızla tahrip edilmesinden kaynaklanan bu büyük sorunu gidermektense geçici çözümler sunabiliyor. Kar amacı gütmeyen sığınaklar, hayvanat bahçelerinden farklı olarak, hayvanların karmaşık fiziksel, psikolojik ve sosyal gereksinimlerini karşılayabiliyor. Yani hayvanları yapay ortamlarda korumak istiyorsak standart hayvanat bahçelerinden çok daha iyisini sağlamamız gerekiyor. Fakat sığınaklar da bu kitlesel yok oluşu tamamen durduramazlar; yalnızca gidişatı yavaşlatan özel amaçlı ve geçici önlemlerdir.
Günümüzde hayvan DNA’larının onlara uygun habitatlar oluştuğunda klonlamak üzere sıvı nitrojende dondurulduğu soğuk hayvanat bahçeleri var. Hayvanlar ekolojik koridorlarla birbirine bağlanmış habitatlar olmadan varlıklarını sürdüremezler. Habitatların yeniden oluşması ise riskli bir ihtimaldir. Tutsak hayvanların çiftleştirilmesiyle, tüp bebek yöntemiyle ve klonlamayla üretilen ve yapay ortamlarda yaşayan hayvanlar, ekolojik koridorlarla birbirine bağlanmış habitatlar olmadan varlıklarını sürdüremezler. Habitatların yeniden oluşması ise riskli bir ihtimaldir. Tutsak hayvanların çiftleştirilmesiyle, tüp bebek yöntemiyle ve klonlamayla üretilen ve yapay ortamlarda yaşayan tekno hayvanlar hayvanat bahçesi sakinidir ve o hayvan gibi görünseler de doğal davranışlar sergilemezler. Bu açıdan hapishanelerde tecrit altında klonlanan “insanlar” ne kadar “insan” sayılırsa, onlar da o kadar “hayvan” sayılır.
Bu aşamada bir hayvan türünü koruma çabası oldukça kısıtlı kalacaktır. Şu anda hayatta olan bazı hayvanların nesli pratikte çoktan tükenmiştir. Gerçek habitatları buldozerlerle yerle bir edilmiş ve esaret altında yaşayan bu hayvanlar kendilerinin simulakrumundan* ibarettir. Jamieson şöyle sorar: “ Birkaç bedbaht dağ gorilini bir hayvanat bahçesine hapsetmek bu türün neslinin tükenmesine izin vermekten daha mı iyi? Bunu yaparak hayvanları sadece genlerini aktaran vasıtalar olarak kullanmıyor muyuz? Genetik materyal hayvanın kendisi pahasına muhafaza edilmeli mi? Eğer hakikaten dağ gorillerinin yalnızca hayvanat bahçelerinde yaşayabileceği bir dünyaya doğru gidiyorsak kendimize şunu sormalıyız; onları kendi tasarımımız olan yapay ortamlarda yaşatmak mı daha iyi, yoksa hiç doğmamaları mı?” İnsanla akraba olma sürecindeki çok sayıda hayvan hala hayatta ama bunu sadece solunum cihazları sayesinde yapabiliyorlar.
Bu krizi tersine çevirmek için birçok cephede radikal değişiklikler yapmak gerekir. Her şeyden önce dünya nüfusunu önemli ölçüde düşürmeliyiz. El değmemiş doğadan mümkün mertebe uzaklaşmalıyız. Habitatları yeniden oluşturmalı ve ekosistemleri endemik türlerle yeniden doldurmalıyız. Tüketicinin doymak bilmez açlığını söndürmeli ve daha basit bir yaşam tarzına dönmeliyiz. İnsanlık et bazlı beslenmeden bitki bazlı beslenme şekline geçmeli ve bu sayede toprak, kaynak ve enerjiden tasarruf etmelidir. Habitatlarını işgal eden şirketler yerine hayvanların haklarını koruyan acımasız bir Nesli Tükenen Türler Yasası oluşturmalıyız. Avlanma yasaklarına riayet etmeyenlere merhamet göstermemeli ve tüm hayvansal ürünlerin ticaretini engellemeliyiz.
İnsanların sadece kendilerinin çözebileceği bir problem yarattığı çok açık. Binyıllar boyunca biriktirdiğimiz yıkıcı enerji kadar yapıcı enerjiye ihtiyacımız var. İnsanlık, küresel ölçekte değişiklik yaratmaya başladıkça evrimi düzeltmenin sorumluluğunu üstlenerek gezegenin çobanı haline gelecek. Bu, dünyayı ve kıymetli biyoçeşitliliğini bizzat iyileştirmemiz ve etkili çiftleştirme ve geri kazandırma programları oluşturmamız gerektiği anlamına gelir.
Sanal gerçeklik ve kitle medyasından; yapay zekâ, robotik, genetik mühendisliği ve insanların cyborglara dönüşmesine varıncaya dek bir zamanlar vahşi ve teknolojiden uzak olan her şey yok oluyor. Doğal dünya dönüşüyor, şekillendiriliyor ve teknolojik sistemlerle birleştiriliyor. Avcı ve toplayıcıların çağını özlememize de teknolojik bir dünyanın her açıdan kötü olacağını düşünmemize de gerek yok. Fakat türlerin neslinin tükenme hızı tehlike çanlarını çalacak raddeye ulaştı ve bu türlerden hayatta kalanlar yalnızca kırıntılar ve simulakra.
Dr. Steven Best – “Hayvanat Bahçeleri Ve Doğanın Sonu” SUB yay.2017 syf27.32
*simulakrum: doğadaki cansız maddelerim kendiliğinden, bir anda veya zamanla bir canlıya benzer biçim almasına ve bu tür oluşumlara verilen addır. Felsefede ise Jean Baudrillard görüşüne göre orijinali, gerçeği, ilk örneği olmayan; kendisi zaten kopya olan bir şeyin kopyasını anlatan bir terimdir.