Bir Vegan “Kurban” Satış ve Kesim Yerinde Ne Arar

“Kurban” bayramının ilk ve ikinci günleri Ankara Animal Save grubundan beş kişi farklı “kurban” satış ve kesim merkezlerinde tanıklık yapmak üzere erkenden ayrıldık evlerimizden. Vegan bir grubun üyeleri olarak haklarını savunduğumuz bireylerin acılarının olanca netliğiyle gözlemlenebileceği bu yerlerde bulunmamızın nedeni ne olabilirdi? Neden kuruluşumuzdan bu yana hayvanların çekmek zorunda oldukları acılara ve nihayetinde ölümlerine tanıklık etmek için bir anlamda kendi dayanma sınırlarımızı zorlayarak bu eylemleri sürdürüyoruz?

Dün ve bugün tanıklık eylemlerine katılan arkadaşlarımızın kendi sözcükleriyle:

Özlem: “Bu eylemi acı çekmek için yapmıyoruz. Bizim acı çekmemizin hayvanlara bir katkısı yok çünkü. Ben hep hayvanlara yaşatılan hak ihlallerini belgelemek adına vigil eylemlerine katıldım. Çocukluğum benzer manzaraları görerek geçti fakat vegan değildim. Hayvan hakları savunucusu olduktan sonra tüm o manzarayı hak temelli gözlemleyebildim. Bu bakış açısıyla da tüm olan biteni diğer insanların da görmesi için bunu yapmaya başladım.”

Evren: “İnsana olduğu gibi insan dışındaki hayvan türlerinin temel haklarına ve özgürlüklerine saygı duymam, onları yemek veya istediğimiz gibi faydalanacağımız birer meta gibi görmemem için yeterli. Bunun üstüne biraz sevgi ve empati de eklenince adında “bayram” geçen bu belirli günlerin odağında olan, benim dost olarak gördüğüm ve bu dünyayı paylaştığım hisseden canlılar diye algıladıklarımın yanında olmak içimden gelen en basit hareket. 

Çünkü bu konuda ve o masum hayvanlar için başka bir şey yapmam kolay değil. Ayrıca bu durumu gerçekleştiren insanlar olarak da neden hâlâ buradayız diye anlamaya çalışmak da bir diğer çalışma diyebilirim.”

Tuna: “Vahşet tabii ki rahatsız edici ama benim tanık olurken yaşadıklarımın, o bireylerin yaşadıkları yanında hiçbir önemi yok. Tanık olunca; sona ermesini istediğim şeyleri tüm gerçekliğiyle, daha doğru, daha derinden anlıyorum. Bilmek ve manipülasyona, yalana fırsat vermeden gerçekleri görmek çok farklı. Bu eylemlerin yaygınlaşmasını da; bu zulmün diğer insanlara ulaşması ve faillerinin yaptıklarından dolayı huzursuz, kötü hissetmelerine ve belki de yaptıklarını sorgulamalarına sebep olabilecek olması açısından faydalı görüyorum.”

Rabia: “Ölümle aralarında yalnızca bir adım olan bu hayvanları ve daha fazlasını görmek her zaman beni çok derinden etkiliyor. Ancak göz ardı edilmeye çalışılan bu zulmü kanıtlarla ortaya koymak, insanların bu şiddetten haberdar olması, katkı sundukları sistemin gerçeklerini görmeleri ve belki de vegan olmaları açısından çok önemli. Tüm canlılara adalet için çıktığımız bu yolda benim için en önemli olan şey o masum hayvanların gözlerindeki acının bir gün çabalarımızla son bulacağı inancı.”

 

Kendi adıma bu soruya cevap vermem gerekirse, vegan aktivizme katıldığım günden bu yana hayvanların maruz kaldıkları şiddeti ve adaletsizliği, bu gerçeğe tüm duyu organlarını kapamış insanların kapalı kapılarını zorlayarak onlara anlatmak en öncelikli amacım oldu. İnsan dışı hayvanların sıvılarını ve bedenlerini kullanma hakkını kendimizde görüyoruz ve bu hakkı sonuna kadar kullanmakta tereddüt etmiyoruz. Herhangi bir insanın herhangi bir aşamada bu hak iddiasını sorgulamasına neden olabilirsem bunu hayvanlar adına bir kazanım olarak görüyorum. Hayvanların, öznesi oldukları bu yaşam ve adalet savaşının mücadelesini sürdürmek için gerekli donanımları yok. Onların maruz kaldığı haksızlığın boyutunu dile getirebilen kesim sadece vegan aktivistler ve “kurban” edilen hayvanların hikayelerini olanca gerçekliğiyle sözel ve görsel olarak anlatmak bu mücadelenin önemli araçlarından biri. Kurban ritüellerinin hikaye ve görselleri pek çok insanın kendi gerçekliğine uyumlandırdığı bir olgu gibi görünmemekte.

 Oysa kurban ibadetini benimsesin veya benimsemesin, hayvanları mal olarak gören kesimin yılın 365 günü tabağına gelen yemeğin nasıl var olduğuyla ilgili bir sorgulatma süreci yaratabilmek benim asıl hedefim. Çünkü “et”e dönüşmeden önce var olan bireyin, geniş bir pazar yerinde sansürsüz öldürülmesi ile kapalı kapılar ardında “et entegre tesislerinde” hayatının alınması arasında teknik olarak hiçbir fark yok. Kapalı kapılar ardında sistematik biçimde sürdürülen soykırımın belgelenmesi hayli güçken, yılın dört günü süresince aynı eylem “bayram” şenliği olarak değerlendirildiği için, bu son derece kolay.

Ölüm alanlarında tanık olunan her hikaye ise birbirine benzer gibi görünse de, aslında birey özelinde son derece farklı ve her biri hayvanların hisseden bireyler olduklarına dair kanıt niteliğinde. Ailesi ve arkadaşlarıyla dar bir alanda hapsedilmiş koyun, “alıcısı” tarafından seçildiğinde gönül rızasıyla diğerlerini terk etmiyor. 40 en fazla 50 kilo gelen bir koyunu öldürüleceği noktaya kadar götürmek için birkaç yetişkin insan gücü gerekiyor. Aynı şekilde helal kesim kurallarına uygun öldürülmesi için gerekli olan koşul; yani vücudundaki kanın boşaltılması sürecinde de kaçmasına engel olmak için yine en az üç kişi tarafından tutulması şart. Bu daha büyük olan koç, inek ya da boğalarda daha da fazla insan gücü gerekliliği anlamına geliyor.

Ölümün kendisi kadar geriye kalan bedenin parçalanması ve “değerli”/“değersiz” olarak sınıflandırılması da ayrı bir süreç. Bu tür ayrıntılar paketle alınan “et”in içerik bilgisine eklenmediğinden, vegan olmayan tüketiciler rafine bir tüketim süreci yaşıyorlar. Her ne kadar ölümü sırasında fazla “pislik” oluşmasın diye su ve yemekten uzak tutulan bireylerden ölümlerinden sonra geriye kalan iç organlar fazla dışkı barındırmıyor olsa da, parası ödenen bu bedenin her parçası tencereye konulamıyor. Bazıları “çöp” olarak bir kamyonun kasasına yükleniyor. Bu ayrıntıların görselleri ise ister istemez hikayeyi okumaya ya da izlemeye başlayanı etkiliyor.

Kurban alanındaki ailelerin kız çocuklarını ölümü izlemekten sakınmaya çalışmaları, ne kadar küçük yaşta olurlarsa olsunlar erkek çocuklarını ise öldürme fiiline katılmaya teşvik etmeleri bambaşka bir pencere aralıyor bu sürece dahil olmayan okuyucu/izleyici gözünde. Her şey bittikten sonra uygun büyüklükte parçalara ayrılmış bedenlerin konduğu naylon poşetleri bebek arabasında taşıyan bir kadının arkasından bakarken bile, insan ile insan dışı hayvanların ilişkisini tekrar gözden geçirmeye yönelebilir izleyici.

Bu şiddeti ve ölümleri belgelemek, belgelenen bilgi ve görselleri uygun bir dille vegan olmayan dünyaya sunmaktan daha etkili bir vegan aktivizm düşünemiyorum kendi adıma. Beş yıldır vegan olan ve dört yıldır fiilen vegan aktivizm yürüten bir kişi olarak Edirne, İskenderun, Bodrum ve Ankara’da katıldığım onlarca tanık olma eylemi beni üzmüyor ya da derinden yaralamıyor diyemem. Ancak Tolstoy’un yaklaşımı ile:

“Başka bir canlının ıstırabı bana acı hissettirdiğinde, ilk baştaki ıstıraptan kaçma arzusuna boyun eğmiyorum, tam tersine, acı çekene mümkün olduğunca yaklaşıyor ve ona yardım etmeye çalışıyorum.”

Kurban alanında bu yardım onu ölümden kurtarıp uzaklara kaçırmak olamıyor elbette, dilediğimce… Şu var ki ailesinin, arkadaşlarının ya da türünün insanlar tarafından benzer şekilde  istismar edilmemesi amacıyla belgelediğim vahşeti, bu vahşeti talepleriyle yaratan insanlığa kanıt olarak sunmam bir fark yaratıyor ve vegan dünyaya giden yolda bir kilometre taşı oluyor. Aksini iddia eden hayvan hakları kuramcılarının vegan olmayan dünyayı ikna ederken, tanıklık eylemine katılmaktan geri durmamış ve belgelemekten kaçınmamış vegan bireyleri tanık göstermelerini de hatırlamakta fayda var.

Sözün kısası bir vegan olarak “kurban” satış ve kesim yerlerinde bir şey aramıyorum, çünkü ne bulacağımı biliyorum. Sadece her seferinde tanık olduğum farklı bir hikayeyle, farklı bir insana ulaşabileceğim bilgisiyle cesaretimi topluyorum ve üzerime düşeni yapıyorum. Çünkü hepsinin yaşayabileceği tek bir yaşamları var ve belki o tek yaşam, tek bir insanın fikrini değiştirmesiyle kurtulabilir.

Nilgün Engin