Veganizm ve Çevre Etiği
Felsefe camiasındaki ‘Uygulamalı Etik’ alanı, özellikle içinde bulunduğumuz yüzyıla özgü birtakım problemlerin tartışıldığı mühim bir alan olarak karşımıza çıkar. Birçok pratik ve çetrefilli meselenin tartışıldığı Uygulamalı Etik alanı, konumuz gereği ‘Çevre Etiği ve Veganizm’ ile alakalı görüşlerin şekillenmesi için uygun bir ortam sağlar ve bu alanların gelişimi açısından yönlendirici bir rol üstlenir. Bu makalede bu iki alanın çok genel ve kısa bir girişi yapılarak Çevre Etiğinin iki ana görüşünden söz edilecek. Ardından Veganizmin bu iki ana görüşün hangi kısmında ve ne gibi gerekçelerle bulunduğu belirtilecek ve bahsettiğimiz ilişkisellik bu anlamda pekiştirilmeye çalışılacak. Tam bu noktada belirtmek gerekir ki Çevre Etiği çok kapsamlı bir alandır ve içerisinde birçok alt başlık barındırır. Bu bakımdan makalenin asıl amacından sapmamak ve okuyucuyu bu iki alana en iyi şekilde odaklamak için olabildiğinde başlıkta belirttiğimiz alanların etrafında kalacağız. Nihayetinde de bu alt başlıklardan yine konumuz gereği Hayvan Etiğine değinilerek nihai bir karara ulaşılmaya çalışılacak.
Başlıkta belirttiğimiz alanların ilki olan Çevre Etiği, özellikle yaşadığımız yüzyılın ortaya çıkardığı çevre sorunlarını ve çevreye yönelik bakışımızı irdeleyen unsurlara yoğunlaşır. Sanayileşme, hızla artan nüfus, toplumda meydana gelen bilinçsizlik veya umursamama gibi durumlar yaşadığımız çevrede birtakım sorunlar doğuran çok katmanlı meselelerdir. Oluşan bu problemlere yönelik görüş bildiren birtakım anlayışlar ise Çevre Etiği tartışmalarını büyütmüş ve günden güne bu alanı daha da kapsayıcı bir hale getirmiştir. Alakalı yönlerini işleyeceğimiz ve Çevre Etiği ile olan ilişkisellik durumuna bakacağımız Veganizm ise tam bu tartışmaların karşıt görüş bildiren kısmında yer etmiş ve buradan hareketle gelişimini sağlamıştır. Nitekim Veganizm, Çevre Etiği meselesinin başlangıcındaki hakimiyet alanını oluşturan ‘geleneksel insanmerkezci’ bakış açısının tam olarak karşısında kalır ve ‘türcülük karşıtı’ anlayışı savunarak bir çeşit dönüşüm gerekliliğinden söz eder. Çevre sorunlarının özellikle insanı merkeze alan anlayıştan oluştuğunu ileri süren türcülük karşıtı görüş, tam olarak Veganizmin işlediği meselelerden biridir. Hayvancılığın ekosistemimizde daha fazla sürdürülemeyecek kadar sorunlar barındırması, devasa boyutlara ulaşan hayvan sayıları, birçok tarım ve çeşitli gıdalara elverişli toprak arazisinin başlı başına hayvan tüketimi/sömürüsüne tahsis edilmesi, su kaynaklarımızın azalışı gibi durumlar Veganizm içerisinde kümelenmiş konulardır. Dolayısıyla Çevre Etiği meselesini iki ana görüş üzerinden ele aldığımızda Veganizmi terazinin diğer ucunda konumlandırmak mümkün görünmektedir.
Çevre Etiği konusunda temel bakış açısını belirleyen unsurlardan biri, bahsettiğimiz gibi geleneksel insanmerkezci tutumdur. Bu tutuma göre yaşadığımız çevre insanların çıkarlarına uygun olacak şekilde kullanılabilir veya dilenilen şekilde yorumlanabilir. Burada çevre kavramının içsel bir değerden yoksun, yalnızca insan etrafında şekillenen ve ancak o ölçüde değerli olan bir yapıda olduğunu görüyoruz. Fakat özellikle çevre sorunlarının artmaya başladığı zamanlardan başlayarak insanmerkezci bakışın terk edilmesi, günden güne hakimiyet alanının türcülük karşıtlarına geçmesini sağlamıştır. Nitekim Çevre Etiğinin iç dinamiklerini şekillendiren ve çeşitli konuların ortaya çıkmasını sağlayan görüş de tam olarak insanmerkezci karşıtlığı üzerine yoğunlaşan görüştür. Geleneksel anlayışın karşısındaki bu karşıt etik görüşün farklı yapılara bürünmüş çeşitli varyasyonları vardır. Fakat elbette temelde buluşulan mesele, çevreye yönelik hassasiyet kazanmayı savunan ve merkeze insanı koyan bir tutumun çevreye zarar verdiğini söyleyen argümandır. Hiç kuşkusuz eldeki veriler ve bizzat yaşadıklarımıza baktığımızda çevrenin araçsallaştırılması, yalnızca insan lehine kullanılması sorunludur. Çeşitli mülkiyet edinmeler, doğal alana verilen tahrip, doğal kaynakların hasara uğratılması ve başlı başına etik dışılığa yol açan geleneksel insanmerkezci tutum hakimiyet dışı kalmıştır. Burada Veganizmin eline geçen fırsatı iyi değerlendirdiğini söylemek mümkündür ve kuvvetli argümanlarla kaygılarını aktarabilmesi çok önemlidir. Zira çevre sorunları birçok sorundan farklı olarak geri döndürülebilirliği kısıtlı olan, bu bakımdan da üzerinde ciddiyetle durulması gereken kapsamlı bir meseledir. Dolayısıyla Veganizm konforlu bir alan olarak değil de başlı başına bir mecburiyet durumunun çözüm odağı halini alır. Nitekim çevre sorunlarından hayvancılığın bitmesine, sağlık endişelerinden etik kaygılara kadar uzanan bir sorunlar yumağının, genel anlamda radikal unsurlarla değiştirilmesi gerektiğini söylemek büyük meziyettir. Fakat özellikle yüzyılımızın son çeyreğini referans alarak diyebiliriz ki, Veganizmin büyüme ivmesi ve karşılaştığı sorunları çözme kapasitesi günden güne daha da kuvvetlenmektedir. Bu durum özellikle ‘daha adil ve güzel bir dünya’ kaygısını taşıyanların sevinç ve umutla bilmesi gereken ve hiç de abartılı olmayan bir gerçektir.
Çevre Etiği kapsamında irdelenen ve temelde Veganizm özelinde de ele alınabilecek Hayvan Etiği başlığı ise hayvanların ahlaki olarak haklarının olup olmayacağı, hakları varsa veya yoksa bunun ne gibi nedenlerden ötürü olduğu gibi tartışmalara odaklanır.
Özellikle hayvancılığın çevreye verdiği zarara baktığımızda Çevre Etiği ile Hayvan Etiği arasında sıkı bir bağ olduğundan söz edebiliriz. Buradaki sıkı bağın oluşmasında Peter Singer’in hayvanların birtakım ahlaki haklarının olduğu görüşü çok önemli bir rol üstlenmiştir.
Hayvanların ahlaki statülerinin olmadığına yönelik görüş bildiren geleneksel anlayışa karşı türcülük karşıtlığı üzerinden bir anlayış geliştirenler, belirtildiği gibi Veganizm çatısı altında değerlendirilebilirler.
Zira Veganizm yalnızca hayvanlara yönelik ahlaki yaşam/sömürülmeme gibi hakların değil, aynı zamanda ‘çevre’ ve ‘sağlık’ alanlarının da yönlendirmesini yapar. Böylelikle geleneksel tutum karşısında Veganizm, çevre/hayvan/sağlık alanlarında aktüel ve mecburi kararların verilmesi için ana etken olan bir biçime bürünür.
Sonuç olarak Veganizm ve Çevre Etiği arasında ilişkisellik bakımında yoğun bir paralellik olduğunu söyleyebiliriz. Günümüz koşulları gereği giderek artan çevre sorunlarını düşündüğümüzde bu ilişkiselliğin gün geçtikçe artacağı da aşikar. Özellikle politika çerçevesinden ele aldığımızda, yüksek kademeli bürokratların ve büyük devlet birliklerinin çevre sorunlarıyla alakalı gündemi son yıllarda oldukça arttı. Siyasal anlamdaki bu mecburi gündem muhakkak önümüzdeki yıllarda radikal kararlar ortaya çıkaracak ve özellikle Veganizm argümanlarının sıklıkla ön planda tutulacağı zamanları göreceğiz. Bu meselenin her ne kadar mecburi bir şekilde gerçekleşeceğini bilsek de gün geçtikçe çözüm için daha fazla atılımların olacağı unutulmamalıdır. Nitekim bu türden etik bilinçlendirmelerin olabilmesi çok zorlu ve uzun çabalar gerektiren bir süreçtir; fakat en nihayetinde başarıya ulaşmak ya da en azından daha fazla olumsuzluğu engellemek bizim elimizdedir.