Hayvanlar olmadan çevre, çevre olmadan hayvanlar olur mu?

Bitkisel beslenmeye geçen insanların çeşitli sebepleri var. Günümüzde bu sebepler üç farklı başlıkta yoğunlaşıyor; etik, sağlık ve çevre. Etik sebeplerle bitkisel beslenme, hayvan özgürlüğünü savunan ve bu farkındalığı hayatının her alanına yaymaya çalışan kişiler tarafından tercih ediliyor. Sindirme, alerji gibi sıkıntıları olan kişiler ise sağlık sebebiyle beslenmelerini bitkisel ağırlıklı düzenleyebiliyor. Çevre için bitkisel beslenme ise hayvancılık için katledilen ormanlara, hayvancılıkta ortaya çıkan sera gazlarına ve atıklara karşı bir duruş sergilemek amacıyla tercih ediliyor. Fakat hayvanları besin olarak görüp, hayvancılıktan kaynaklanan çevre sorunlarına tepki göstermekte uyuşmayan bir şeyler var sanki değil mi?

Beslenme tercihlerimiz, bu konudaki çelişkilerden yalnızca bir tanesi. Bireysel olarak çevre ya da hayvanlar adına yaptığımız seçimlere ek olarak daha geniş kapsamda çevreyi korumak, insanların yaşam alanlarını daha az zarar veren bir biçimde geliştirmek adına yürütülen birçok çalışma var. Bu çalışmaların çoğu karar vericiler ya da kişilerin uzmanlık alanlarında verdikleri ortak çalışmalar ve uygulamalarla yürütülüyor.

Bu çalışmalara son yıllarda mimarlık ve şehir planlama alanında popüler olan ve haberlerde görüp etkilendiğimiz sıfır karbon binalar ve çevreci kentler örnek olarak verilebilir. Örnekler çoğunlukla kendi enerjisini üreten ve girdi-çıktısını eşitleyen özellikleriyle öne çıkıyor. Kentlerde ise güneş paneli tarlaları gibi karbon ayak izini düşürecek örnekler geliştiriliyor. Son zamanda bu örnekler kendilerini biraz daha geliştirerek işin içerisine biraz da yeşil katmaya karar verdi. Doğadaki çeşitliliğe ihtiyacı olan bitkiden hayvana her türlü canlıyı izole bir biçimde yaşantımıza dahil etmenin yollarını geliştiriyoruz. Böylece artık gökdelenlerimizin ara katlarında çocukların güvenle oynayabileceği parklar da var(!) Camlarla kapalı, toprakla bağlantısı olmayan bir ‘doğa’ ile birlikte insanlığımızı bir adım öteye taşımak için…

Kaynak: Which diet is best for saving the planet?, www.consumer.org.nz

Yine de bu çalışmaların her birinin reklamları inanılmaz yenilikler içeriyor ve belki de dünyamızın bilim ile daha iyi bir yere gittiğine dair bir ümit ışığı doğuruyor. Çünkü bütün bu uygulamalarda yansıtılan temel hedeflerin her biri ‘çevre odağında’ tasarlanmış. Sanıyoruz ki yaşam alanlarımıza biraz yeşil ekledikten ve atıklarımızı geri dönüştürdükten sonra doğayla barışık bir yaşantıya ulaşabiliriz. Belki de bu yalnızca modern kent baloncuğunun bize söyledikleridir. Peki ya, geri dönüşüm tesislerinin kurulması için katledilen onca alan, ya da geri dönüşüm tesislerinin çıkardığı atıklar? Bunlar tabii ki reklam panolarında yer almıyor. Bu ve benzeri birçok durum gündelik hayatımızda yer alıyor ve öylesine alıştık ki artık görmüyoruz. Bu sebeple bu çalışmaları ‘çevreyi iyileştirmeyi hedefleyen’ yerine, ‘insan faydasına çevreyi düzenleyen’ çalışmalar olarak adlandırmak daha doğru bir ifade olur.

Bilim alanındaki gelişmeler de tabii ki ‘sürdürülebilirlik’ popülerliğine kapılmış bir şekilde ilerliyor. Çevreyi iyileştirmeyi, restore etmeyi ve daha sağlıklı bir geleceği hedefleyen bilimsel araştırmalar yine insan faydası odağında yoğunlaşmış durumda. Bu konuda istisnai araştırma ve çalışmalar da yürütülüyor tabii ki ve çok değerliler. Fakat yapılan yatırımlara bakıldığında ne denli gerçekten doğru yere aktarılıyor ve bu istisnai kalan çalışmaların gelişmesine yol açıyor, tartışılır. Yürütülen çalışmalar yeniden yabanlaştırma gibi yaban hayvanlarının ve yaban ekosisteminin başrolde olduğu uygulamalar olsa da insan merkezci bir yaklaşımla planlanıyor ve yürütülüyor. Bu alanları kendi doğal sistemlerine döndürmeye çalışırken kentlerde yaşayan insanların doğal kaynaklardan faydalanma süresini uzatmayı düşlüyoruz. Oysaki toprakta yaşayan onca canlı ve ekosistemin çeşitliliği kendini yenileyip rehabilite edecek güce sahip. İyileşme ve fayda tanımlarımızda bir eksiklik olsa gerek; görmediğimiz, kaçırdığımız ve bizi onca çabaya rağmen kaybeden konumuna koyan kocaman bir parça… Tıpkı daha sağlıklı balıklar yiyebilmek için denizleri temiz tutma çabamız gibi. Bir müdahalede bulunmadan yaşamalarına izin versek, bu iyileşme insanın da iyileşmesi olacak.

Hayvan deneyleri kozmetik, gıda gibi konular dışında çevre teknolojileri çalışmaları için de kullanılıyor. İronik değil mi? Çevre koruma amacıyla yapılan çalışmalarının laboratuvarlarda yürütülmesi kadar ironik… Bilişsel ve fiziksel hallerini anlamak için hayvanlardan alınan örnekler, maruz bırakıldıkları deneyler, doğal sistemi taklit edebilmek için tutsak edilen canlılar; ‘eko’ ön adının eklendiği eko-teknoloji, eko-tasarım gibi alanlarda kullanılıyor. Peki ya tersi olsaydı, bu zaman ve enerjiyi hayvan deneylerinden uzaklaşacak teknolojileri geliştirmek için harcasaydık?

Kaynak: For Animals, Plastic is Turning the Ocean into a Minefield, National Geographic

Bir de yakınımıza bir göz gezdirelim, karşımıza çıkan sıradan etkinliklere mesela. Gerek doğayla bütünleşmek gerek çocuk ve yetişkin eğitimleri gerek kısa bir tatil kaçamağı için kamp yapmak oldukça sık tercih edilen faaliyetler.

Peki ya o romantize edilen geleneksel kültür? Onu da tekrar sorgulamak gerek derim. Zamanında olan bitene elden bir şey gelmez ya da tarih için kesin bir yargıya varamayız. Fakat şu anki koşullarımızın farkına varabilir ve değişiklikler yapabiliriz. Mesela, iyi bir niyetle yola çıkıp doğayla nasıl iletişim kuracağımızı bilemediğimiz anlar oluyor. Bu anlarda doğru olarak gördüğümüz o geleneksel bilgilere kaçıyoruz, o anki koşullar ve duruma dair çok az bilgimiz olmasına rağmen… Bu da bir bilgiyi geçmişten alıp güncel zamanda uygularken büyük bir eksiklik yaratıyor. Bu bilgileri alıp, değerlendirip şu anki erişilebilir olanaklara göre yeniden uyarlamak daha tutarlı bir yaklaşım olur. Bilinmeyen o zamandan bizlere dek ulaşan bilgilerin hakim olduğu zamandan beri çok fazla şey değişti, doğaya ve canlılara daha az zarar veren birçok yöntem geliştirildi ve en önemlisi; biz bir şeylerin farkına vardık.

 

Doğayla bütünleşik olmak, kendimize de diğer canlılara da bilinçli zarar vermemekten geçiyor. Bunların hiçbiri birbirinden ayrılabilir parçalar değiller. Bu bütüncül yaklaşımla ‘fayda’yı değerlendirirsek, çok ufak çabalarla büyük faydalara sebep olabileceğimizi görebiliriz. Besinlerimiz; havanın, suyun, güneşin ve birçok canlının emeği sonucunda bizlere ulaşıyor. Bu sırada onlar da besleniyor ve yaşamlarına devam ediyor, bir yandan da diğer canlıların besinlerinin yetişmesini sağlıyorlar. İhtiyaçlarını alıyorlar ve aslında beslendikleri sisteme katkılarını sunuyorlar. Bizlerin de salt tüketici konumundan çıkarak beslendiğimiz, yaşadığımız sistemi ayakta tutmaya fayda sağlamamız gerek. Besinlerimizden kalanları atık olarak düşünmektense, diğer canlıların besini olarak değerlendirerek onlarla paylaşmak atabileceğimiz kolay bir adım olabilir.

İnsanların temel ihtiyaçlarında barınma ve beslenmenin yer alması gibi, bu haklar aynı zamanda hayvanlara da ait. Kendimize bir yaşam alanı oluştururken, eylemlerimizde yaptığımız tercihlerde, beslenmemizde ve aslında aklımıza gelen her alanda çevreye zarar vererek hayvanlara da zarar vermiş oluyoruz. Bu zararlar ya da faydalar hem uzun hem kısa süreli mental ve fiziksel sağlığımızı, dünyadaki varoluşumuzun dengesini zedeliyor.

İnsanın dünyadaki varlığının diğer canlılarla barışçıl yaşaması ve belki de tükettiği her şey için yeniden üretimi ve atık hali zarar verebilecek bu ürüne ‘gerçekten ihtiyacım var mı?’ sorusunu sorması gerekiyor. Bunun ilk adımı da yalnızca kendimizin değil, hayatlarına dokunduğumuz ve hayatta oluşumuza bir şekilde katkısı olan tüm canlıların faydasını düşünerek hareket etmek.

Bütün bunlar bizi nereye, nasıl yönlendirmeli? Hiçbir şey tüketmeden her şeyden uzak yaşamaya mı? Tabii ki hayır. Sevgi ve korumayla gelen düşüncelerimizin eylemlerimize yön vermesine izin vermeliyiz. Kısacası, doğayı ya da hayvanları değil hem bireysel hem de toplumsal olarak yaşantımızı, yaşam alanlarımızı rehabilite etmeliyiz.

Çevre ve veganlık iç içe parçalar, zevk için öldürmediğimiz canlıların yaşam alanlarını ve besinlerini katletmemek de, korumak da bizim sorumluluğumuzda. Çünkü insanlar da hayvan ve hayvanlar doğa demek.

Kaynak: Animals in the Compost Cycle, Earth Matter NY

Son Gönderiler

Fotoğraf: Deniz Tapkan Cengiz

Et Paradoksunu Aşmanın Etik Yolu

Et Paradoksunu Aşmanın Etik Yolu Et ve diğer hayvansal ürünler...

Balıkçılık endüstrisi

Sorumlulardan Biri: Balıkçılık Endüstrisi

Sorumlulardan Biri: Balıkçılık Endüstrisi Balıkçılık endüstrisi neden güvenilir ve sürdürülebilir...

Pitbull-gercekler-ve-mitler

Pitbullar – Mitler ve Gerçekler

Pitbullar – Mitler ve Gerçekler Aşağıdaki araştırma, “pitbull” olarak bilinen...