Dezenformasyon okulu
“Hayvanat bahçelerindeki esarete karşı çıkmamın sebebi çok basit. Hayvanları tamamen doğalarına aykırı, onları sakatlayan, iğrenç koşullarda yaşatıyoruz. Ne güzelliklerini ne güçlerini ne de zekalarını görebiliyoruz. Hapsolmuş ve ürkmüş bir vaziyette, sürekli aynı rutin ve akut sıkıcılığın getirdiği tehlikeli hareketleri yaparken gerçek hallerinin karikatürleri gibiler.”
-Euan C. Young, Zooloji Profesörü, Auckland University, Yeni Zelanda
Hayvanlara eziyet ve hayvan hakları konusunda gittikçe artan farkındalık sayesinde, hayvanat bahçeleri varlıklarını haklı çıkarmak üzere bahaneler uydurmak zorunda kalırlar. Açık kalmaya devam etmek için üç ana argüman ileri sürerler: Hayvanat bahçeleri, birçok insanın zürafa, aslan ve fil gibi hayvanları görmek için tek şansıdır; halkı hayvanlar konusunda eğiterek hayvanlara daha çok saygı gösterilmesini sağlarlar; nesli tükenmekte olan türleri eğitip barındırarak hayvan soylarını koruma görevi gösterirler.
İlk argüman, insanın röntgen zevkinin ve merakının hayvanın hayatını doğal habitatında rahatsız edilmeden yaşama hakkından üstün olduğunu varsayar. Eğlenceden usanmış insanların anlık zevki, tüm yaşamını esaret altında geçiren hayvanların -ki bu süre şempanze ve fillerde on yıllarla ölçülebilir- çektiği acıyı asla mazur gösteremez.
İkinci iddia, ziyaretçilerin gördüğü hayvan davranışlarının gerçek, doğru ve doğal olduğunu varsayar. Hâlbuki hayvanat bahçesi ortamının yapaylığı, hayvanların tüm yaşamsal süreçlerini değiştirmektedir. Daha da önemlisi, ziyaretçiler gördükleri hayvanlarla ilgili kendilerine verilen bilgilere çok az dikkat etmektedir. Araştırmalar -ve kişisel gözlemlerimiz- ziyaretçilerin hayvanların ismi, beslenmeleri ve doğal ortamlarıyla ilgili bilgi veren tabelaları nadiren okuduğunu gösterir. İnsanların tabelaları okuyacağı, okuduklarını düşüneceği ve kavramsallaştıracağı kanısı; bu tüketim ve eğlence kültürü için oldukça temelsiz bir beklentidir. Özellikle çocuklar yazan azıcık bilgiyi okuyamayacak kadar coşkuludur. Bir kafesten diğerine çığlık çığlığa ve tıka basa Coca-Cola, Ritalin ve bilgisayar oyunlarıyla dolu bir şekilde koşuşturup dururlar. Araştırmalar; hayvanat bahçesi ziyaretçilerinin hayvanlar hakkında çok az bilgi, çok fazla tipik ön yargıya sahip olduğunu ve bir hayvanın “şirin” veya “komik” olması gibi son derece derin yorumlar yaptığını ortaya koyar. Bu iki yönlü bir problemdir. Hayvanat bahçelerine gidenler normalde eğitim değil eğlence peşindedir; hayvanat bahçeleri ise halkı eğitmek için ciddi bir kaygı gütmemektedir. Discovery Channel gibi medya organlarından veya hayvanların doğal ortamından kameralar aracılığıyla canlı yayın yapan “sanal hayvanat bahçelerinden” hayvan davranışlarıyla ilgili çok daha fazla şey öğrenebiliriz.
Kısa bir süre önce El Paso Hayvanat Bahçesi’ni ziyaret ettiğimde bir çocuğun “Şu hayvan gerçek mi?” diye bağırdığını duydum. Ebeveynler gülüştü, ama çocuk bilmeden de olsa çok anlamlı bir soru sormuştu. Çünkü ziyaretçilerin gördüğü; mutsuz, yalnız, yaralı ve üzgün hayvanların kısıtlanmış, çarpık, engellenmiş hareketleriydi. Aslında gördüklerimiz kaplanlar, filler ve şempanzeler değil; onlara yapılanlar. Hayvanı sosyal bir yapı olarak görüyoruz. Sonuç olarak hantal hantal yürüyen fil yalnızca birinin kafasındaki fikir değildir; insanların fil kavramı, az çok aydın ve bilimsel olarak doğru kültürel perspektiflerin prizması/prangası aracılığıyla oluşturulmuştur. İzleyiciler hayvanları doğrudan gördüklerini zanneder, ancak aslında onları tarihin şekillendirdiği paradigmaların ve hayvanat bahçesinin zararlı etkilerinin arkasından görürler.
İnsan doğasını, akıl hastaneleri veya hapishanelere kapatılanlara bakarak ele almak mümkündür. Hayvanlar da insanlar gibi hapsedilmenin ve tecridin psikolojik etkilerini hisseder. Onların durumuna psikoz yerine “zookoz” denir. Vahşi doğadaki ailelerinden ayrılmış, özgürce hareket edemeyen, sosyal hayatı kısıtlanmış, bütün ihtiyaç ve güdüleri engellenmiş ve gelişmiş beyinlere sahip bu canlılar belki de birçok psikolojik sorundan mustariptir. Bu sorunlar; volta atmak, kafa sallamak, ileri geri sallanmak, daireler çizmek, devamlı yalanmak, parmaklıkları ısırmak gibi “basmakalıp” davranışlardan kendi kendini yaralamaya varan geniş bir yelpazede gözlenebilir (bazı şempanzelerin parmaklıkları uzuvlarını ciddi bir şekilde yaralayacak kadar sert ısırması gibi).
Born Free Foundation’dan Bill Travers ve Virginia McKenna’ya göre, İngiltere’deki hayvanat bahçelerinde bulunan kutup ayılarının %60’ı akıl hastasıdır. Jane Godall, dünyadaki hayvanat bahçelerinin yarısından fazlasının “hala çok kötü koşulları” olduğunu öne sürer. Ülkenin en iyi hayvanat bahçelerinden kabul edilen San Diego Hayvanat Bahçesi’nde gerçekleştirilen otopsiler üzerine yazılan bir raporda, “Hayvanlarda yaygın olarak; kötü beslenme, anestezik ve sakinleştirici kaynaklı yüksek ölüm oranları, nakil esnasında gerçekleşen ciddi yaralanmalar ve ölümler, aşırı kalabalıktan kaynaklandığı şüphe götürmeyen yaygın yamyamlık, yavru ölümü ve kavgalar” gözlemlendiğini yazar. (Alıntılayan: Jamieson)
Hayvanat bahçelerinden öğrenilecek en büyük ders, hayvanın ne olmadığı ve insanoğlunun yabancılaşmış ruhudur. Hayvanlar doğallıklarından mahrum bırakır, doğalarından uzaklaştırır. Yemyeşil kanatlı güzelim papağanların açık havada serbest görünüp neden kaçmadıklarını merak edersiniz. Ardından kanatları kesildiği için şişman bir ev kedisinden daha fazla uçamadıklarını görürsünüz. İki fili yan yana görüp ne tatlı bir çift olduklarını düşünürsünüz. Ardından fillerin büyük sürüler ve sayıları yirmiye varan aileler halinde yaşadığını öğrenirsiniz. Muhteşem bir beyaz kaplan görürsünüz. Ardından onun aslında doğal bir tür olmadığını, soy içi üremeyle elde edilmiş genetik bir ucube olduğunu, renkleri yüzünden doğada kamufle olamadığını, bu nedenle hayatta kalamayacağını ve kalça problemleri, topallık ve katarakt gibi birçok sağlık probleminden mustarip olduğunu öğrenirsiniz.
Hayvanat bahçeleri ceza kompleksini diledikleri kadar güzelleştirmeye çalışabilirler; hiçbir şey hayvanların oraya insanlar istediği için kapatıldığı ve asıl hallerinin gördüğümüz gibi olmadığı gerçeğini değiştirmez.
En iyi hayvanat bahçesi bile bir yandan insanların türlerin hayatta kalma krizini anlamasına yardım eder ve hayvanları somut bir gerçekliğe dönüştürürken, diğer yandan da doğaya yabancılaşmamızı daha ileri boyutlara taşır ve izleyici-nesne ayrımıyla insan-insan olmayan ikiliğini kurumsallaştırarak yaşama gösterdiğimiz saygısızlığı ağırlaştırır. Hayvanat bahçeleri, hayvanların bizim için besin, giysi, deney ve eğlence kaynağı olarak görüldüğü bir yaklaşımı telkin ederek dünyadaki yerimizle ilgili çarpık fikirler aşılar. Bu yüzden bir yığın çocuğun hayvanat bahçelerinde dolandığını görmek iyice rahatsız edici olur. Bu “eğlencenin” onların doğal dünya hassasiyetlerini nasıl da zehirlediğini ve ekolojik krizi kötüleştirdiğini düşündürür. Sadece ABD’de her sene 120 milyondan fazla insan hayvanat bahçelerine gitmektedir. Bu nedenle hayvanat bahçelerinin verdiği mesaj bir hayli önemlidir.
Dr. Steven Best-Hayvanat Bahçeleri ve Doğanın Sonu Vol-3 (SUB yayımları birinci baskı 2017 çeviren: Deniz Kurt, yayıma hazırlayan: Deniz Cansever, genel yayın yönetmeni: Murat Arslan. syf.13-20)