Ankara Health Save olarak yeni yıl için size bir sürprizle geliyoruz! Yeni yıl hediyeniz; sevdiklerinizle gidebileceğiniz mekanların Google Haritalar üzerinde derlendiği bir liste. Bu listede 8 tanesi tamamen vegan olan ve 212 (evet yanlış okumadınız!) tanesi vegan seçeneklerin bulunduğu mekanlar yer alıyor.
Yazımızın alt başlığından çıkarılabileceği üzere şu an Ankara ile başladık ve İzmir ile İstanbul illerindeki mekanlar için çalışmalarımız devam ediyor.
Önceliği, tamamı vegan olan mekanlara veriyoruz. Aşağıda her birinin iletişim bilgileri ile Google Haritalar üzerindeki konumlarını bulabilirsiniz.
Bu listeyi hazırlarken toplam 220 tane bulabildiğimiz vegan seçenekli mekan vardı Ankara’da. Buradaki listede hem %100 vegan olan hem de tamamı vegan olmayan ama menülerinde vegan seçeneklerin de bulunduğu mekanları listeledik. Listemiz paylaşıma ve yaygınlaştırmaya kesinlikle açık. Zaman içinde menülerinin değişme ihtimali olabileceğini hatırda tutarak gittiğinizde yiyeceğiniz şeyin içeriklerini sormakta fayda var. Ve listemiz bu nedenlerden dolayı düzenlemeye de açık; yani eğer gittiğiniz bir mekan menüsünü değiştirmişse veya bu listede yer almayan bir mekanın vegan seçeneklerini gördüyseniz bize ulaşarak bunları belirttiğiniz taktirde listemizi güncel tutacağız. Katkılarınız için şimdiden teşekkür ediyor ve afiyet olsun diyoruz!
Okuyacaklarınız, 6-18 Kasım tarihleri arasında Sharm-el Sheikh’de düzenlenen Birleşmiş Milletler 27. İklim Zirvesi’ne katılan bir veganın yedikleriyle ilgili anılarıdır; daha çok yemedikleriyle de ilgili diyebiliriz!
Hayvan eti ve çıktılarının kültürün büyük bir parçası olduğunu bildiğim Mısır’a gitmeden önce otel yönetimiyle konuşup sabah kahvaltısında neler istediğimi anlatmıştım. Tabii ki haddimi aşarak vegan sucuk/salam, tofudan menemen gibi taleplerim olmamıştı. Sebze ızgara, meyve, falafel, fasulye gibi yiyecekler istemiştim. Beni kırmadılar. Her sabah haşlanmış, yağsız barbunya, buharda pişmiş yağsız patlıcan, biber, kabak ayrıca domates, marul ve salatalığa erişimim oldu. Kimi günler mandalina ve elmaya da… Patates şaşırtıcı biçimde ulaşılmazdı çünkü sütlü bir püre şeklinde sunuluyordu.
Çok lüks olmayan otelimizin bizi mutlu edecek bir vegan yiyecek çeşitliliği sunamamasını makul karşılayıp iklim zirvesinin yapılacağı alana umut dolu gittim. Ne de olsa bir önceki iklim zirvesinde 100’den fazla ülke bir metan anlaşmasına imzalarını ekleyerek, salımlarını önümüzdeki on yıl içinde yüzde 45 oranında azaltmayı taahhüt etmişlerdi. Metan gazı salımının yüzde 32’sinin hayvancılık kaynaklı olduğunu bilen bu ülke temsilcilerine iklim zirvesinde bitkisel yiyecek sunumu yapılmasını beklemek hiç de naif bir yaklaşım değildi. Oysa ne yazık ki konferans alanındaki durum beklentilerimi karşılamaktan çok uzaktı.
Dış mekan kafelerinin sunuma koydukları her çeşit pasta, kek, sandviç, kiş vb. arasında yiyebileceğim tek ürün, içinde kabak, lahana, biber olan bir dürümdü. Kahve içmek istediğimde ise herhangi bir bitkisel süte erişimim yoktu.
‘Bu kafelerin işletmesi farklı olabilir’ diyerek içerideki restaurantı ziyaret ettiğimde ise koyun etinin yoğun kokusundan içeride duramadım, bu nedenle ne fotoğraf ne de anı sunabiliyorum. Sadece içeri girmeyi göze alan arkadaşlarımın anılarından alıntı yapabilirim. Her türlü hayvan etinin önde olduğu menünün garnitürleri arasında sebze mevcutmuş. Bunların da tereyağı ile yapıldığına dair bir duyum varmış. Dolayısıyla 20 Dolar talep edilen bu açık büfeden bir veganın birkaç meyve ve bir salata ile çıkması kaçınılmaz görünüyordu. Makarna ve pilav da mutlaka tereyağıyla yapılmaktaydı; yabancı konuklara ikram mahiyetinde….
İçerideki ülke pavilyonlarından sadece Avustralya pavilyonunda bitkisel süt mevcuttu; kimi zaman kibarca yaklaşıp kahvelerimize süt eklenmesini rica ediyorduk. Neyse ki Proveg International’ın bu sene ilk kez açtığı Food4 Climate pavilyonu vardı da burası benim gibi pek çok veganın kurtarıcısı oldu. Oatley’in ücretsiz kullanıma sunduğu sütlerle filtre kahvelerimiz şenlendi.
Girişin hemen solundaki dış alan, öğlen saat on ikiden sonra mangalda pişen bedenlerin kokusuyla doluyordu. Haklarını teslim etmek gerekir, menülerine vegan seçenek de eklemişlerdi. Ancak bu kokuya katlanarak en az 20 dakika beklemek ve hayvanların pişirildiği ızgaralarda kızartılmış vegan burgerleri yemek içimden gelmedi.
Öğle saatlerinde dış alanlardaki kafelerde yemek servisi de oluyordu. Bu menüde de “et” ürünleri başı çekmekteydi. Pilav ve fasulye tereyağı ile yapıldığı için ne veganlara ne de iklim krizinin çözümüne bir katkıları vardı. Süt endüstrisinin aslında et endüstrisi anlamına geldiği günümüzde bu ürünlerin sofraya geldiği noktaya kadar toprak ve su kullanımları, sera gazı emisyonları dikkate alınırsa yaşadığımız büyük bir çelişkiydi ve her gün buna tekrar tekrar şaşırmaktan kendimizi alamadık.
Konferans dışındaki vegan bir grup hemen her gün vegan yiyecekler dağıttı. Hepsi de birbirinden lezizdi. Bu bize aslında vegan mutfağın sadece yaka kartı alamadığı için içerde olamadığı izlenimini verdi. Yani tatlı ekşi soslu tavuk benzeri, acı soslu biftek benzeri, salam benzeri çok değişik ürünler kapıya kadar gelebiliyor ama içeri giremiyordu! İçeride ise yeni geliştirilen bir aşıyla metan etkisinin yüzde 10 azaltılabileceğinin müjdesini veren hayvancılık endüstrisinin belli başlı lobileri pek çok toplantıyı domine ediyorlardı.
Plant Based Treaty ekibi olarak biz de iki gün boyunca 800 vegan burger dağıtarak iklim krizinin tabağımızda yer alanlarla ilişkisine dikkat çektik. Özellikle BM bünyesinde görevlendirilmiş yerel halktan pek çok kişi mercimekle yapılmış olan vegan burgeri ilk kez deniyordu. Veganist Sharm adlı işletmenin hazırlayıp ilettiği bu ürün büyük beğeni topladı. Protein değeri hakkında gelen sorular da cevaplanınca geriye pek bir itiraz kalmadı.
İklim zirvesi hakkındaki olası sorularınızı da şöyle cevaplayayım:
Uluslararası bir konferansa gitmişsin, binlerce insan var. Herkesin vegan olmasını bekleyemeyiz değil mi?
Cevap: Bekliyorum, evet. Bu konferans artan bir hızla hayatlarımızı etkileyen; durdurulmazsa tüm türlerin sonunu getirebilecek bir krize çözüm arayan bilim insanlarının, karar alıcıların, gözlemcilerin, şirketlerin, STK’ların, Birleşmiş Milletlere üye devletlerin katıldığı; çözümün ne şekilde, nasıl, hangi sürede, kimler tarafından hayata geçirildiğinin konuşulduğu en önemli alan. Bu alana davetli herkesin konuyla ilgili bilim insanlarının yorumlarını, tespitlerini okumamış olması imkansıza yakın. Hal böyleyken iklim krizini “et” yedikleri masada çözmeye çalışmaları eşyanın tabiatına aykırı.
Bitkisel beslenmek kişisel bir tercih ve bu şekilde beslenen insanlar için bazı seçenekler sunulmuş. Hayvansal seçenek olmasın demek onların tercihlerine saygısızlık anlamına gelmiyor mu?
Cevap: Burada insanın insana saygısızlığı konuşuluyorsa, bitkisel beslenmeye geçmeyi reddeden herkes gelecek nesillere saygısızlık ediyor demektir. Ben onların adına ısrarımı tekrarlıyorum.
İnsanın hayvana saygısızlığına gelecek olursak; eylemi saygısızlıkla tanımlamak çok hafif kalır. Söz konusu ölen hayvan için tek ve biricik olan yaşam hakkını elinden almaktır. Hayvanın bedeni ya da çıktısına sunulan talep bu hak ihlalinin tetikleyicisi olduğunda suç müşterektir. Türcü görüşün hakim olduğu dünyamızda insanların diğer duyarlı canlıların sahibi olduğu inancı hakimdir. Ahlaki sorumluluk sınırlarımıza insan dışı hayvanların bazılarının (kedi, köpek gibi) yaşam hakkını dahil etmemiz ancak bazılarını dışarıda bırakmamız tek kelimeyle tutarsızlıktır. Muhabbet kuşu da tavuk da aynı şekilde acı çekerler. Birini sevmemiz, diğerinin yemek için öldürülmesine onay vermemiz kendi içimizdeki çelişkidir.
Geri kalmış ülkelerin tek geçim kaynağı kimi zaman hayvancılık… Bunun hemen sona ermesini mi istiyorsun? O zaman nasıl beslenecekler?
Cevap: İklime tüketim alışkanlıklarıyla en büyük zararı veren varsıl halklar ilk muhatabım, çağrım ilk olarak onlara… Dünyanın bir gecede vegan olmayacağını biliyorum ancak bitkisel yiyeceklere erişimi olan ve sağlıklı biçimde yaşamlarını sürdürmeye devam edebilecek insanların sadece alışkanlık, gelenek ya da kültür gerekçeleriyle hayvansal ürünlere olan taleplerini sürdürmelerini gezegenin geleceğine ihanet olarak görüyorum. Her bölgenin kendine has bitkisel çözümleri olduğunu yaptığımız görüşmeler sırasında tespit ettim; halkın bu seçenekler hakkında bilgilendirilmesi, değişim yönünde büyük bir adım olacaktır. Diğer yandan her yıl besleyip öldürdüğümüz 80 milyar kara hayvanını öldürmemeye başlayacağımız tarihten itibaren stoklarımız onlarca değişik şekilde tüketebileceğimiz soya ve mısırla dolacaktır. Dünyadaki açlık ve adaletsizliğin ilacı varsıl halkların bitkisel besin sistemlerine geçişinde saklıdır. 80 milyar hayvanın her yıl öldürülmesi 8 milyar insanı doyurmaya yetmemektedir. Yaklaşık 48 milyon insan açlık nedeniyle ölümle yüz yüzedir. Şu an hayvanların yemlerinin yetiştirildiği alanlar insanların bitkisel beslenmesine yönlendirilecek olsa bu araziler 10 milyar insanı beslemeye yeter.
Biz yemezsek bu hayvanlar dünyayı işgal etmezler mi?
Cevap: Hayır, etmezler. İnsanların suni yöntemlerle çoğaltıp yediği hayvanların sayısı bu yönteme son verildiğinde doğal olarak azalacaktır. Dünyadaki memelilerin sadece yüzde 4’ünü oluşturan doğal yaşam alanlarındaki türlerin sayısı artarak biyoçeşitlilik geri kazanılacaktır.
Rusya’ya bağlı Dağıstan Özerk Cumhuriyeti’nin bulunduğu Hazar kıyılarına 700 ölü fok bedeni vurdu. Son yapılan açıklamaya göre ölü sayısının artması beklenirken fokların ölüm nedeninin henüz belli olmadığı bildirildi. Bugün, 4 Aralık Dünya Yaban Hayatını Koruma Günü… İnsan merkezli eylemler hayvanları öldürmeye devam ediyor.
Günümüzde insan ırkının sömürdüğü hayvanların oranı tüm memelilerin yüzde 60’ını oluşturuyor. Yaban hayatındaki hayvanlar ise memelilerin sadece yüzde 4’ü kadar… Haber bültenlerinde sıklıkla rastlayamayacağımız bu uzun vadeli doğa katliamı ve insan eliyle kurulan haksız denge birçok hayvan hakları ihlalini de beraberinde getiriyor. Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın (WWF) son açıkladığı veriye göre 1970 yılından bugüne küresel yaban hayatı nüfusu yüzde 70 oranında azaldı.
Türkiye’de geçen yıl Hayvanları Koruma Kanunu’nda yapılan değişiklik ile mevcut yunus parklarının faaliyetlerine devam etmesi kararı yasalaşmıştı. 28/A maddesi ile verilen cezalara hapis cezası da eklenmesine rağmen Kanun, nesli tükenme tehdidi altında olan ve olmayan hayvanlar arasında adaletsiz bir duruş sergilemeye devam ediyor. ‘Av turizmi’ adı altında devletin bir gelir kapısı olarak gördüğü av ihaleleri sürerken yunus parklarındaki yasa ihlallerinde çözüm(!) ise idari para cezası olarak belirlenmişti…
Hayvan Hakları İzleme Komitesi (HAKİM), Hayvanlara Adalet Derneği (HAD), Türkiye Vegan Derneği (TVD) gibi dernek ve vakıflar, birçok il barosunun hayvan hakları merkezleri ve komisyonları gibi yıllardır av ihalelerine karşı iptal davaları açıyor, bu davaların yanında insanlara hayvan hakları ile ilgili bilinç kazandırmak için kampanyalar yürütüyor. Yeşiller Partisi ise ‘İnsan Merkezli değil, Doğa Merkezli Yaklaşım’ programıyla iklim meselesinin önemine dikkat çekiyor.
“BİLGİ EDİNME HAKKIMIZ GASP EDİLİYOR”
Avukat Hacer Gizem Karataş, Hayvan Hakları İzleme Komitesi ile iki seneye yakın süredir birlikte faaliyet yürütüyor. Av. Karataş, Türkiye’de yaban hayvanlarının maruz bırakıldığı hak ihlallerine dair hukuki mücadelenin zorluklarını anlatıyor:
“Hayvanlara yönelik şiddeti ve ölümü verilerle ortaya koymaya çalışıyoruz. Çalışıyoruz diyorum çünkü Türkiye’de özellikle hayvanlara dair veri sahibi olmak çok zor. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın elinde yabanda yaşayan hayvanlarla ilgili bilimsel metotlarla tutulmuş veriler bulunmuyor. Açtığımız av ihalesi iptal davalarında mecburen bu sayıların tutulmamış olması üzerinden hukuki argümanımızı ortaya koyuyoruz çünkü hayvanların yaşam hakkı Anayasa’da düzenlenmiş değil. İkinci olarak ise, bilgi edinme hakkımızın devamlı gasp edilmesi ile karşı karşıya kalıyoruz. Örneğin geçen yıl yangınlardan sonra Bakanlık’a bir bilgi edinme başvurusu yaparak temmuz ve ağustos ayında Türkiye’de gerçekleşen yangınlarda yabanda yaşayan kaç hayvanın hayatını kaybettiğini sorduk ve trajikomik bir şekilde 75 cevabını aldık. Yine Hacettepe Teknokent içerisinde bir ‘geyik çiftliği’ kurulduğunu öğrendik ancak aylardır içeride olan hayvanların türlerine veya sayısına veya nasıl bir ruhsatla buranın kurulduğuna dair bilgiyi dahi hiçbir makamdan net bir şekilde alamıyoruz.”
Gerçek ‘doğa’
YÜRÜTME DURDURULMUYOR, NİHAİ İPTAL KARARI VERİLENE KADAR HAYVANLAR ÖLDÜRÜLÜYOR
Türkiye’de her yıl Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından Av Turizmi Uygulama Talimatı ve Merkez Av Komisyonu Kararı yayımlanıyor. Av. Karataş:
“Talimat, daha çok nesli tükenme tehdidi altında olan ve Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Doğal Yaşam Ortamlarının Korunması Sözleşmesi ile Kara Avcılığı Kanunu’nda koruma altında olan türler ile ilgili. Bu talimatta yer alan illerde belirlenen kotalara göre ihaleler düzenleniyor. HAD, TVD, HAKİM ve barolar da yıllardır bu ihalelere dava açıyorlar. Bu yıl ayrıca Türkiye Hayvanları Koruma Derneği (THKD), Hayvanları Doğayı İnsanları Koruma ve Yaşatma Derneği (HAYDİKO) ve yine birçok ilin barolarının hayvan hakları merkezlerinin avukatları ve birçok gönüllü de bu davaları açtı. Av ihalelerine karşı açılan davalar, bu hayvanlar nesli tükenme tehdidi altında olduğundan yazılı hukuk tarafından koruma altında oldukları ve az önce bahsettiğim üzere Bakanlık’ın elinde veriler olmadığı için çok büyük oranda kazanılıyor. Ancak gerçekten hayvanlar kazanıyor mu, bu tartışılır. Çünkü kimi zaman -özellikle dava konusu çok fazla hayvanın avını engelleyecek ise- mahkemeler tarafından yürütmenin durdurulması kararı savunma sonrasına ertelenebiliyor. Geçen yıl Türkiye Vegan Derneği ile birlikte Adana’da açtığımız davada olduğu gibi bazen ihale ile ilgili nihai iptal kararı verilene kadar yürütmenin durdurulması kararı verilmediği için dava kazanılıyor ancak hayvanlar ölüyor. Bunun yanında dava açarak kurtarabildiğimiz hayvan türleri yalnızca nesli tükenme tehdidi altında olan hayvanlar. Merkez Av Komisyonu kararı ile tilki, çakal, tavşan, kuş türleri, yaban domuzu gibi birçok hayvan ile ilgili av kararı veriliyor ancak bu işleme karşı Danıştay’da dava açıldığında av sezonu sonuna kadar yürütmenin durdurulması kararı alınamıyor, örneğin geçen yıl Ankara Barosu Hayvan Hakları Merkezi’nin açtığı davada bu durum yaşandı. Çünkü hayvanların yaşam hakkı yazılı hukukta tanınmamış durumda ve bu yüzden de yürütmenin durdurulması taleplerimiz ivedilikle karara bağlanması gerekirken bir can kaybının gerektirdiği zamanda değil, ancak diğer ivedi olabilecek alelade hususlar kadar hızlı bir şekilde inceleniyor.”
TÜRKİYE’DE KÜRKÜ İÇİN SÖMÜRÜLEN HAYVANLAR, HAYVANLARI KORUMA KANUNU KAPSAMININ DIŞINDA
Av. Karataş, “Türkiye’de kaç kürk çiftliği olduğunu sorduğumuzda kürkü için işkence görüp sömürülen hayvanların ‘5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu kapsamı dışında olduğu’ cevabını aldık ve hiçbir sorumuza cevap verilmedi. Üstelik avcılık kadar göz önünde olmasa da Türkiye’de çok ciddi bir kürk sektörü olduğu biliniyor. Bunun dışında yabanda yaşayan hayvanlara yönelik işkence veya öldürme eylemlerine karşı yaptırımla karşı karşıya kalınması için uğraşıyoruz. Yunuslara Özgürlük Platformu’nun kendisine gelen ihbarlar doğrultusunda bir yunus parkı ile ilgili başlattığı hukuki mücadelede birlikte yol almaya çalışıyoruz. Yabanda yaşayan hayvanların haklarının yasalarla korunması, onlara yönelik fiillerin suç kapsamına alınması, hayvanat bahçelerinin ve yunus parklarının kapatılması, avcılığın yasaklanması için uğraşıyoruz” diyor.
‘Canlılar’
“ORMANSIZLAŞMA, CANLILAR İÇİN BÜYÜK BİR TEHDİT”
İki yılı aşkın süredir kuruluşu engellenen Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü ve iklim Aktivisti Özlem Teke de Türkiye’de yaban hayatına verilen zarardan ve bu zararın iklim üzerine etkilerinden bahsediyor:
“Parti olarak ekonomik, sosyal, ekolojik krizlerin birbiriyle derin bağları olduğunu ve bu krizlerin bütüncül ekolojik bir yaklaşımla ve yeni bir siyasi anlayışla çözülebileceğini savunuyoruz. Avcılık, içinde bulunduğumuz antroposen çağda yaban hayatını tehdit ediyor. Yaşam alanlarının işgal altında olması, iklim krizi ve tüm diğer insan faaliyetleri nedeniyle ekosistemlerin çöktüğünü ve birçok türün neslinin tükenme noktasına geldiğini biliyoruz. Ormansızlaşma, canlılar için büyük bir tehdit…”
Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Teke, Türkiye’de 300 bin kayıtlı avcı bulunduğuna dikkat çekiyor ve ekliyor:
“Avcıların sayısı artarken yaban hayatının popülasyonu hızla azalıyor. ‘Av turizmi’ne konu olan türler arasında yer alan karaca, geyik, ceylan, yaban koyunu, dağ keçisi gibi türlerin popülasyon kaybının yüzde 90’ın üzerinde olduğunu düşününce bunun cinayet olduğunu söylemek yanlış olmaz. WWF Yaşayan Gezegen 2022 Raporu, son 50 yılda omurgalı popülasyonunun yüzde 69 azaldığını ortaya koydu. Birleşmiş Milletler rakamları da dünyada 1 milyon türün neslinin tükenme tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Rakamlar ortadayken turizm, spor ya da hobi gibi bahanelerle hayvanların yaşam hakkının satışa çıkarılması kabul edilemez.”
Plant Based
İKLİM KRİZİNE KARŞI BİTKİ TEMELLİ BESLENME
İnsan merkezli yaklaşımın; iklim krizi, ormansızlaşma, kirlilik, biyoçeşitlilik kaybı olmak üzere yaşanan ekolojik yıkımların temelini oluşturduğunu dile getiren Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Teke, “Parti programımızda ‘İnsan Merkezli değil, Doğa Merkezli Yaklaşım’ başlığımızda ayrıntılı olarak aktardık. Bu başlıkta; doğa koruma alanlarını genişletilmesi ve statülerinin sağlamlaştırılması, Kanal İstanbul, Karadeniz yaylalarını birleştirmek için yapılan Yeşil Yol ve Kaz Dağları’nı yok eden altın madenleri gibi eko-kırım projelerine geçit verilmemesi, Kara avcılığına ve satılması, sergilenmesi dahil her türden yaban hayvanları ticaretine izin verilmemesi, doğa koruma alanlarını genişletilmesi gibi birçok politika önerilerimiz yer alıyor” diyor.
Biyoçeşitlilik büyük risk altındayken avcılığın yarattığı baskıyı telafi etmeni mümkün olmadığına vurgu yapan Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Teke, “Doğada çok hassas dengeler var, tüm canlıların yaşamı birbirine bağlı. Bunun farkında olmadan sürdürülen avcılık faaliyetlerinin çok dramatik sonuçları olacağı kesin. Öte yandan her yıl ortalama 80 milyar karasal çiftlik hayvanının yetiştirildiğini biliyoruz. Bunun için ormanlar yok ediliyor. Hayvancılık endüstrisi su ve karbon ayak izi çok yüksek bir faaliyet olmasının yanı sıra pestisit ve antibiyotikler gibi ekosistemi tehdit eden birçok kirleticinin yaygın ve kontrolsüz kullanıldığı bir alan. Tarım alanlarının yüzde 80’inin hayvancılık için kullanılıyor. Hayvancılık, iklim krizini hem ormansızlaşma hem de metan salımı nedeniyle etkiliyor. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 2018 yılı raporlarında hayvancılığın sera gazı emisyonlarındaki toplam payı yüzde 18 olarak hesaplanmıştı ki bu oldukça yüksek bir oran. Oldukça alarmist olarak kabul edilen 6. değerlendirme raporunda bu payın yükselmeye devam ettiğinin altı çizilmişti. İklim krizine karşı bitki temelli bir beslenme sistemine geçmemiz gerektiği de raporda yer alıyor.”
Viking ‘Premium serisi’ (Banyo sprey, bitkisel ultra çamaşır suyu, çok amaçlı temizleyici, sıvı sabun ve mutfak sprey ürünleri vegan)
Carrefour Eco Planet (Bitkisel sıvı bulaşık deterjanı vegan)
Dalan D’olive (Katı sabunları ve bal, inci proteini vb hayvansal ürün bilgisi bulunanlar hariç)
Bind (Bulaşık makinesi deterjanı tozu, bulaşık makinesi tuzu, bulaşık makinesi tableti ve premium bulåşık makinesi tableti ürünleri vegan)
Vissmate (Yüzey temizleyici, ahşap yüzey temizleyici, ultra çamaşır suyu, banyo jel, banyo yüzey temizleyici, banyo sprey temizleyici, mutfak jel, mutfak sprey temizleyici ve yağ çözücü ürünleri vegan)
Siveno (İçeriğinde balmumu ve propolis bulunan ürünler hariç. Vegan logolu olanları tercih edebilirsiniz)
Sodasan (Safra sıvısı (gall) içeriği bulunan sabun çeşidi dışındaki tüm ürünleri vegan)
The Save Movement aktivistleri; Nilgün Engin, Aprajita Ashish, Hoshimi Sakai ve Maximillian Weiss 9 Kasım 2022 tarihinde COP27 İklim Zirvesi kapsamında, “Plant Based Treaty, Toprak Sürdürülebilirliği Antlaşması Talebinde bulunuyor” başlıklı bir basın toplantısı düzenledi.
Plant Based Treaty (PBT) kampanyacısı aktivistler, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’nda yaptıkları basın açıklamasıyla bir kez daha hayvancılığın ekosisteme verdiği zararlardan bahsederek bitkisel beslenmeye geçiş çağrısında bulundu.
‘Toprağı tüketmek yerine iyileştirmek’ için adımlar atılması gerekliliğine de vurgu yapan aktivistler, monokültüre dayalı tarımdan uzaklaşılmasının önemine dikkat çekti.
Yaşamdan Yana Derneği Yönetim Kurulu Başkanı ve Climate Save Movement Eş Direktörü Nilgün Engin’in açıklama metninin Türkçeye çevrilmiş hali ise şöyle:
“Bilimsel çalışmalar hayvan otlatmanın (mera hayvancılığının) geniş anlamda ekosisteme çok büyük ölçüde zarar verdiğini ortaya koymaya devam ediyor.
‘Rejeneratif’ olarak adlandırılan yöntemleri kullanmak bu konuda bir istisna teşkil etmiyor. Bir inceleme makalesi otlatılan hayvanlar kaldırıldığında neredeyse tüm hayvan gruplarının sayısı ve çeşitliliğinde artış olduğunu gösterdi.
Sığır otlatılan yerlerde daha az vahşi memeli, kuş, sürüngen ve böcek olduğu, hatta nehirlerde daha az balık olduğu görülmüştür.
Toprak sağlığını iyileştirmek için, beslenme alışkanlıklarımızda önemli bir değişim gerekiyor. Önde gelen bilim insanları ilk adım olarak et ve süt ürünlerinden uzaklaşmayı ve daha çok bitkisel gıda içeren bir diyete yönelmeyi öneriyor.
Toprak sağlığını sürekli bozan monokültüre dayalı tarımdan uzaklaşmak da çok önemli.
Yerel ekosistemleri aktif olarak geliştirecek onarıcı, yenileyici, sürdürülebilir üretim araçlarına ihtiyacımız var.
Toprağı tüketmek yerine iyileştirmek için birçok adım atılabilir. Tarımsal faaliyetlerde ürün çeşitliliğini artırıp ürün rotasyonu yapabiliriz. Bazı organik tarım yöntemlerini uygulayabilir, gıda ormanları bile oluşturabiliriz.
Sonuç olarak, tüm tarımsal faaliyetler için yaklaşımımızı, toprağı aktif olarak iyileştiren ve koruyan sürdürülebilir, onarıcı tarım türlerine doğru değiştirmemiz gerekiyor.
Bu yöntemler aynı zamanda yerel olarak yetiştirilen, besleyici ve dayanıklı yiyecekler sağlarlar. Et ve süt ürünleri gibi kaynağa aç gıda türlerine olan talebin azalmasıyla daha az arazi kullanarak sürdürülebilir bir şekilde daha fazla bitkisel gıda üretebiliriz.
‘Hayvancılığın; biyoçeşitlilik, arazi kullanımı ve çevre üzerindeki orantısız etkisi nedeniyle küresel beslenme alışkanlıklarının daha çok bitkisel gıda içeren diyetlere doğru değişmesi gerekiyor.’”
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.