Bir vegan aktivizm yöntemi olarak “vigil”

Vigil, İtalyanca vigilia kelimesinden İngilizceye geçmiş bir kelime olup “uyanık olma hali, bir amaç için uykusuz kalma, adanmış bir seyir ya da inceleme hali” olarak tanımlanabilir. Türkçede gece nöbeti ya da kısaca nöbet olarak karşılığını bulur. Vigil, ilk kez hayvan özgürlüğü mücadelesinde bir aktivizm yöntemi olarak ise 2010 yılında The Save Movement’ın kurucusu Anita Krajnc tarafından kullanılmaya başlanmış.

İsmini 2019 yılında Animal Save Movement olarak revize eden topluluğa üye 900 grup, 70 farklı ülkede faaliyet gösteriyor. Barışçıl bir aktivizm yöntemi olan vigil sırasında vegan gruplarca mezbahaya götürülmekte olan ineklerin, domuzların, koyunların veya tavukların vb. bulunduğu kamyonlar durdurulup, yetkili şahıstan onlarla vedalaşmak için kısa bir süre talep ediliyor ve bu sürede hayvanlara su verilerek ya da mümkün olduğu kadar onlara yakınlaşılarak veda ediliyor. Bu sürece “bear witness” adı veriliyor ve bu ‘tanıklığa katlanma’ anlamına geliyor. Çünkü kamyon kasalarında taşınan canlı varlıkların koşulları çok kötüdür, ölüme gittiklerini bilmektedirler ve onlarla göz göze gelmek, insanla insan dışı hayvanı birbirinden ayırmayan vegan aktivistler için hiç de kolay değildir. Ancak hatırlanması gereken bir gerçek var ki o da, bir yanda kısa bir süre sonra canını yitirecek bireyler varken diğer yanda çekilen keder katlanılabilecek boyutta gibi görünmektedir.

Vigil aktivizmi mezbahaya giden kamyonların önü kesilerek yapılabileceği gibi ölümü bekleyen insan dışı hayvanların esir tutuldukları mezbahalar ya da adaklık kurban kesim yerlerinde de yapılabilir. Esas olan mağdurla tanığın göz göze gelmesidir.

Vigil, iki amaca hizmet eder: Şehir dışlarında kurulmuş mezbahalardan gelen haber, fotoğraf ve anılar göz ardı edilmeye çalışılan şiddeti ve acıyı bir kez daha hayvansal “ürün” satın alarak şiddete katkıda bulunanların bilgisine sunar. Diğer yandan, çoğunluğu büyük şehirlerde doğup büyümüş aktivistlerin etik ya da farklı nedenlerle başladıkları vegan mücadelenin özneleriyle belki de gerçek dünyada ilk kez tanışmalarına sebep olur. Hayvan adaleti için verilen mücadelede mağdurla tanışmak, aktivistlerin daha büyük güç ve kararlılıkla yollarına devam etmelerine zemin hazırlar.

Şu anda Türkiye’de üç merkezde Animal Save grupları var: Ankara, İstanbul ve İzmir. Facebook ya da Instagram hesaplarından kendilerine ulaşabilir, bir sonraki “vigil”de katılma istediğinizi iletebilirsiniz. Eğer şehrinizde bir Animal Save grubu henüz kurulmamışsa kurmak için yine bu hesaplardan ya da kayıtlı numaramızdan bize ulaşabilirsiniz. 

Leo Tolstoy’un sözlerinden esinlenilen vigil eylemlerinde sizleri de aramızda görmek dileğiyle:

“Başka bir canlının çektiği eziyet size acı veriyorsa, eziyet görenden uzağa kaçma arzusuna yenik düşmeyin; tersine, daha yakına gelin, acılar içinde olan canlıya mümkün olduğu kadar yaklaşın ve ona yardım etmeye çalışın.”

Nilgün Engin

“Yaşam döngüsü analizlerine göre hamburgerin çevresel baskısı otomobile göre daha fazla”

Bir vegan aktivistin değil, 2016 senesinde Ege Üniversitesi, Çevre Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü olarak görev yapan Prof. Dr. Nuri Azbar’ın cümlesi, “Yaşam döngüsü analizlerinde hamburgerin çevresel baskısı otomobillere göre daha fazla çıkıyor.”

Aslına bakarsanız bunu bir vegan aktivistin söylemediği besbelli. Örneğin bu cümleyi ben kuracak olsam, “Yaşam döngüsü analizlerine göre vegan olmayan(!) bir hamburgerin çevresel baskısı otomobile göre daha fazla” derdim, yani derdik. Değil mi? Yine de siz bana değil hocamıza kulak verin, bilimin ışığında sizi bugün olmasa bile yarınlar için nelerin gerçekten kaygılandırabileceği ve nelerden feragat etmeniz gerektiği konusunda bilgilendirsin.

“2.3 DÜNYA VARMIŞ GİBİ TÜKETİYORUZ”

Şu anki trend, gerçekten yerküreye saygılı, sürdürülebilir kaynak kullanımına dayalı yaşamaya karar verilmezse -ki şu anda 2.3 dünya varmış gibi tüketiyoruz- korkunç bir geleceği işaret ediyor. Bugün birçok sanayi üretiminin ve hizmetinin çevresel baskılarının hesaplanmasında “Yaşam Döngüsü Analizi” tekniği yaygın olarak kullanılıyor. Bu yaklaşımda, tüm ürün ve hizmetlerin yaşam döngüsü içerisinde çevreye olan baskılarını hesaplandıktan sonra, bunu çevre dostu diğer bir alternatifle karşılaştırabiliyorsunuz.

HAMBURGERİN ÇEVRESEL BASKISI OTOMOBİLE GÖRE DAHA FAZLA

Yaşam döngüsü analizlerinde hamburgerin çevresel baskısının otomobillere göre daha fazla çıktığına vurgu yapan Prof. Dr. Azbar, “Yani hiç ummadığınız, insanların gündelik bir alışkanlığı “fast food” kültürünün çevresel baskısı daha fazla. Milyonlarca insana hamburger için “et” sağlayabilmek adına hayvancılık sektörünüzü geliştirmeniz gerekiyor. Bununla birlikte yem sektörünü, gübre sanayini, kimya sektörünü… Bununla birlikte organik gübreden uzaklaşıp petrokimyaya dönüyorsunuz ve bunlar silsile halinde topyekûn iklim değişikliği olarak karşınıza çıkmaya başlıyor” diyor, “Dolayısıyla sorunun kaynağında aslında yine biz ve sorumsuz, sürdürülebilir olmayan yaşam alışkanlıklarımız var.”

“HER DAMLA SUYUN KIYMETİ VAR”

Prof. Dr. Azbar o güne kadar gündemimizde yer almayan; güç sahiplerinin ağzından pek de duymadığımız su kaçakları sorunundan bahsediyor,

“Türkiye’de çok yüksek oranlarda su kaçakları var. Bunun haricinde kente bağlanan şebeke hatları var. Bu hatlar tüm mahalle ve kasabalara kadar giden hatlar. Genellikle eski, kaçak oranı yüksek boru hatlarından oluşuyor. Yeni yapılarda ise basınca bağlı olarak gerek hat gerekse bağlantılar boyunca ciddi anlamda su kaçakları var. Bu sadece bize özgü bir konu da değil. Avrupa’da bu tür sıkıntılar var ama su kaçağı oranı bizde yüzde 50 iken bu oran onlarda yüzde 15-20 civarında. Bu sorunun çözülebilmesi için de kaçak gözlemlerinin bilgisayarlı ortamlarda sürekli yapılması, daha sağlam malzemelerin kullanılması ve konuya ciddi bütçelerin ayırılması gerekiyor. Hem bağlantı noktalarının sık kontrolü hem de eskiyen boru hatlarının değiştirilmesi için belediyelerin bütçe ayırması gerekiyor. Kuraklık var ve bu yüzden her damla suyun kıymeti var” diyor.

KURAKLIĞA ÇÖZÜMÜ BİRLİKTE BULABİLİRİZ

Son olarak su konusunun lüks olmaktan çıktığını vurgulayan Prof. Dr. Nuri Azbar, “Dünya bazında baktığımızda da bizim için son derece erişilebilir, güncel olan suya birçok insanın erişebilirliği yok. Bu, büyük bir utanç tablosudur. Başkalarının da yaşadığı şartları düşünerek, vicdanımızla yaşamamız lazım. Sabah-akşam duş alıyoruz, arabamızı yıkıyoruz, hoyratça bahçemizi suluyoruz ta ki nereye kadar? Biz susuz kalıncaya kadar… İlkokulda öğretilen dişimizi fırçalarken suyu açık bırakmamalıyız kuralı bile kulağa komik gelir ama son derece doğru bir yaklaşım. Damlaya damlaya göl olur misali, herkes üzerine düşen görevi yaparsa, sorumlu bireyler yetişirse, su bilinçli kullanılırsa kuraklığa çözüm hep birlikte bulunulabilir” diyor ve topu bize atıyor.

*Metin, Prof. Dr. Azbar’ın Ege Üniversitesi Çevre Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi müdürü olduğu 2016 senesinde kendisiyle gerçekleştirilen “Kuraklıkla İlgili Önlem Alınmazsa Türkiye Çölleşecek” başlıklı söyleşiden derlenerek yazılmıştır.

Özlem Ateş

Covid 19 ve hayvan sömürüsü ilişkisi

İnsanların hayvan kullanma talebi nedeniyle her yıl milyarlarca hayvan dünyaya getirilir. Yüksek talep; hayvan sayısının artırılmasına, bu da hayvanların doğal olmayan kötü şartlar altında yaşamaya zorlanmasına sebep olur. Bu sebeple hayvanlar, virüslerin kolaylıkla konaklayabileceği ve yayılabileceği savunmasız bir yuva haline gelir. Bu durum virüslere yalnızca konaklama imkanı değil, değişme ve adapte olma imkanı da sunar. İklim krizi gibi ek faktörler ise virüslerin oluşması, mutasyona uğraması ve yayılmasını kolaylaştırır.

İnsanların hayvanları ve doğayı sömürerek gerçekleştirdiği faaliyetler sebebiyle iklim krizi tetiklenir. Hayvanlar doğal yaşam alanlarında barınamaz hale gelir ve temel ihtiyaçlarını karşılamak adına insanlara yakın bölgelere yerleşmeye başlarlar.

Değişen iklim koşullarıyla birlikte yeni virüsler yeni konaklar bulur ve türler arası virüs geçişleri hızlanır. İnsanların hayvansal “ürün” talebi, insan tahakkümünden uzak, özgürce yaşamayı hak eden hayvanlara akla sığmaz zararlar verirken insan sağlığı ve doğayı da tehdit etmeye devam eder.

yıllara göre salgın hastalıklar
yıllara göre salgın hastalıklar 2

Koronavirüs (CoV) bir virüs ailesinin adıdır ve birçok türü vardır. CoV ailesi zoonotiktir. Yani insanlar ve hayvanlar arasında bulaşıcıdır. Bu yeni türün kaynağı ise canlı hayvan pazarlarıdır.

CoV ailesi dışında daha birçok salgın hastalık, benzer şekilde hayvancılık ile ilişkilidir. Kuş gribi, ebola, deli dana hastalığı, maymun çiçeği virüsü ve domuz gribi gibi hastalıklar da hayvancılıkla ilintili hastalıklardandır. Bir taraftan Covid-19’dan korunurken bir taraftan da yeni salgınları önlemek için tüketim alışkanlıklarımızı gözden geçirmemiz gerekir.

Bitkisel beslenerek gelecekte karşımıza çıkabilecek salgınları engelleyebilir ve daha sağlıklı olabiliriz. Veganlar arasında kalp krizi başta olmak üzere birçok hastalığın görülme riski çok daha düşüktür. Vegan bir yaşam sürmek, iklim krizinin pekişmesini önlediği gibi salgın hastalıkların oluşmaması için de en iyi yoldur.